Brunson üzerinden çıkan Dolar Krizinden bir hafta önce, birçok yazımda olduğu gibi, “Üretim Ekonomisi”ne dair yayınlanan iki yazımda, dışa bağımlılığı azaltacak, ülkenin egemenliğini ve onurunu koruyacak yolun üretim olduğuna dikkat çekmiştim.

Önceki yıllarda da yerli üretim konusuna sürekli dikkat çekerken, Sanayi 4.0, üretim ekonomisi, zihniyet dönüşümü, tarım arazileri, imar stratejileri, yapay zeka, yetişmiş insan kaynağımız, iş disiplini, yönetim felsefesi, bilim insanı yetiştirme, üniversitelerin üretimi, paten ve marka problemimiz vb. yazılarımda yerli ürün ve düşünceye dikkatleri çekmeye çalışmıştım. Açıkçası ekonomide  dışa bağımlılığın nasıl kırılacağına dair çözüm yolları gün gibi ortada….

Yerli üretim, ekonomide bağımsızlık ve millilik zannedildiği gibi dışa kapanmak değildir. İğneden ipliğe her ürünü ülke içinde üretmek de demek değildir. Kendiniz yerli ürünler üretirsiniz, ama daha iyisini üreten varsa ona da engel olmazsınız, yani rekabetin önünü tıkamazsınız ve bu da sizi geliştirir. Ancak üretmeden hoyratça tüketmek zamanla tam bir bağımlılık oluşturur ve teslimiyet anlamına gelir.

Ekonomide yerli duruş deyince, gücünüzün yettiklerini içeride üretirken, yetmediklerini haliyle diğerlerinden almak; dış ticarette ihracatın ithalatın altında kalmamasına özen göstermek;  dış tüketim ürünlerinin tüketimindeki hassas dengeyi gözetmek ve diğer ülkeler için açık, kontrolsüz ve bütünüyle korumasız bir pazar olmamak başlıkları ilk akla gelenler.

Aslında burada, iç piyasada ekonomik model olarak ne uyguladığınızdan çok, üretim ve üretici odaklı, onları koruma ve teşvik üzerine kurulu bir anlayıştan bahsediyorum. Bu anlamda, birbirinden farklı modelleri olan İngiltere’den Japonya’ya, Almanya’dan Çin’e kadar büyük ekonomilerin yerli üretim söz konusu olunca bu aşamaya gelene kadar üretime açıktan veya gizliden sağladıkları destek ve rehberlikle neler yaptıkları bir sır değil.

Gerçekten de çoğu devlet, stratejik gördüğü ürünleri, sağladığı araştırma ve Pazar destekleriyle belirli bir noktaya gelene kadar (veya bunu engelleyen hukuk ve gümrük engelleri varsa dolaylı olarak)  destekleyerek serbest piyasanın rekabetine hazır olarak görücüye çıkarmış oluyor.

Piyasada kabul görmüş bütünüyle yerli bir aracınız, cep telefonunuz, ilacınız vs. yoksa dışa bağımlıktan kurtulmuş sayılmazsınız. Diğer firmaların Türkiye’deki montaj fabrikaları, yerli üretim olarak ithalat-ihracat kalemlerinde yer alıyor.  Bunların ekonomiye katkıları olmakla beraber, gerçekte “yerli” olmayan bir ara üretim desteği aşaması olduğu unutulmamalı. Bu süreçten Türk işçisi ve Hazine kısmen kazansa da asıl kazanan markanın sahibi üretici firma ve devlet oluyor.

Savunma sanayiinde üretebilen Türkiye’nin diğer sektörlerde üretmesi önünde bir mani olmamalı ve başlangıçta devlet desteği ve takibinden çekinilmemeli. Çünkü ortada bozulduğundan bahsedebileceğimiz bir iç rekabet yok. Tam aksine, maliyetli ve fedakârlık gerektiren üretim yerine, kolay ve karlı “al-sat” tercih edildiğinden bir ölçüde “kaçınma” söz konusu. Ufak-büyük demeden, devamlılık arz eden, sonuçlandırılan ve piyasada desteklenen projeleri devreye sokmakla başlamalı.

Bilinen bir çok yabancı teknoloji ürünlerinin hikayesinde devlet destekleri açık veya gizli yer almıştır. Bundan kaçındığınızda olabileceklere verilebilecek en küçük ve pratik örnek cep telefonları. 10 yılda yabancı cep telefonu firmalarına ödediğimiz miktar nedir biliyor musunuz? Tam 23 Milyar Dolar.

Aselsan tarafından üretilen cep telefonları kendi döneminde Dünya ile yarışabilecek haldeyken belki de devlet eliyle tanıtımı yapılıp bir güven algısı oluşamadan ve bu cihazları en azından kamu personelinin kullanması zorunlu hale getirilerek ve her yıl modeli geliştirerek yaygınlaştırılabilecekken gerekenler yapılamadı.

İthal otomobile ödediğimiz meblağ ise 2006-2015 arasında 10 yılda 177 milyar Dolar… Bu rakamların büyüklüğü bizlere bir şeyler ifade ediyor olmalı. Çünkü Pazar o kadar büyük ki, alınterinizin neredeyse tamamını ithalat olarak dışarıya ödüyor ve bu yetmiyor, üstünü ithalat açığı olarak dışarıya veriyoruz. Bunun ilacı yerli üretime ve yerli ürünlerin tüketimine teşvikten geçiyor.

Aselsan’ın başarıyla ürettiği ve dünya piyasasında rekabet edebilecek ve gelişmeye açık cep telefonları 28 Şubat’ın siyasi baskı ortamında tartışma konusu bile olmadan dağıtıcı firmaların çıkarları gereği yabancı firmalara destek olması; Türk ürünlerine karşı genel itibarsızlaştırma kampanyaları; yüksek maliyetler dolayısıyla sonunda piyasa Nokia telefonlarına kaldı. Yeterli destekle gerçek bir dünya markası çıkarabilirdik. Türkiye’de pilini, çipini ve bütün aksamını üretilebilecek insan, birikim, kaynak ve ortama fazlasıyla var. Üretim konusunda ülkenin öteden beri nice on yıllarının kayıp olmasına rağmen hala yerli üretim konusunda yapılabileceklere yürekten inanıyorum. Mesele bütünüyle irade sergileme, strateji kurma ve toplumun desteğini sağlamada.

Dünya çapında bir bilgisayar üretmek, Pardus gibi başlatılmış bir işletim sistemini oluşturmak, yerli çip üretmek, 80 milyonluk bir üretici ve aynı zamanda pazar olan Türkiye için aslında büyük bir iş olmamalı. Ama nedense girişimler zaman içerisinde ya unutulup kalıyor ya da itibarsızlaştırılıyor. Devamlılık ve istikrarla iyi bir hafızayla yürümek gerekiyor.

Toplum sağlığı ve gelecek açısından “yerli tohum”, kendine yeterli tarım, ilaç sanayii apayrı ve hayati diğer konular arasında.

Geç kalmış olabiliriz ancak hiçbir konuda hâlâ dönülmez noktada ve çaresiz değiliz… Fakat cep telefonu ile bile iç ve dış piyasalarda var olunamazsa, yerli ekonomide hiçbir konuda gerçekçi ve inandırıcı şekilde iddia sahibi de olunamaz.

İmkânlarımız, insan kaynağımız, potansiyelimiz, başarılı ve üreten üniversitelerimiz ve maddi kaynaklarımız var.  Neyi bekliyoruz?

Bir bekȃ meselesi olarak üretim… (I)