Biz Türk milleti olarak, ay yıldızlı bayrağa sevdalılar, Allah kelamını çok sevdik. Merhamet, şefkat kokan geleneklerimizle, kültürümüzle İslam’ı en güzel şekliyle yaşadık, yaşamaya çalıştık. Asırlarca Allah kelamını dinledik bu topraklarda. Bizim elimizden almaya çalıştılar ama alamadılar. Hapse attılar, işkence ettiler, okullara almadılar, yetmedi Allah Allah nidaları atan yiğitleri katlettiler yine de başaramadılar. Hepsini süpürdük toz gibi, onlara barınak olarak yerin altını uygun gördük.
Çünkü biz Batı gibi “ben”i ön plana çıkarmadık. “Birbirinizi sevmedikçe hakikaten iman etmiş olamazsınız” hadisiyle yola çıktık. “Bir kez gönül kırdıysan, bu kıldığın namaz değil” diyen Yunus’un sesine kulak verdik.
Bugün zahiren baktığınızda bu memleketin insanından irfanın kaybolduğunu düşünebilirsiniz. Sekülerleşmek, reddedemeyeceğimiz bir gerçek. Ancak her beldede yüzü abdest kokan birkaç garibanın hatırına bu memleket nurunu kaybetmiyor. Zaten bu din de garip gelmiş, garip tamamlanacak düsturuna sahibiz. Bir Anadolu insanındaki irfan, Anadolu’yu kurtarmaya yetebiliyor. Millet fıtratı böyle bir şey çünkü. O bir gün yuvasından başını çıkarmayı bekliyor. Fırsatı bulduğunda çıkarıyor. Bakiyemiz çok kuvvetli çünkü. Biz çok büyük bir medeniyetin, hikmet dolu ataların torunlarıyız.
Malum Ramazan ayındayız. Bir kez daha Ramazan’a kavuştuk elhamdülillah. Biz Türk milleti olarak bir başkayız, bir başka güzel yaşarız. Eski Türkçe’de Şaban ayına Küçük Tövbe, Ramazan ayına Büyük Tövbe denir örneğin. Ramazan Ayı dediğinizde elbette bir Müslüman olarak doğru bir tabir kullanmış olursunuz, Müslüman olursunuz ancak Büyük Tövbe dediğinizde Müslüman Türk olursunuz. Dedik ya biz Allah kelamını çok sevdik ve elimizden geldiğince güzel yaşadık.
Bu topraklarda diş kirası diye bir adet vardı örneğin. “Misafir rızkıyla gelir, ev halkının günahlarının affına sebep olur” ve “Evinizde hep oruçlular iftar etsin, yemeğinizi iyiler yesin, melekler de duacınız olsun” hadisi şerifleriyle hemhal olup, kendimize düstur alıp yaşadık. Selçuklu ve Osmanlı zamanında hadisler ve ayetler ışığında misafirin kıymetini bilen milletimiz diş kirası adında bir adeti yaşattı yıllarca. Birisi bir eve misafir gittiğinde, ev sahibi “Evimizi bereketlendirdiniz, siz gelmeseydiniz bereketimiz olmazdı” fikriyle kendisini misafire borçlu hisseder ve cüzi miktarda para ile diş kirası verirdi. Bugün bu adet unutuldu. Bugün misafir kendisini borçlu hissediyor. Bugün insanlar vermek değil almak fikriyle hemhal olmuş durumda. (Bir istisna olarak Yalova UDEF olarak her akşam verdiğimiz iftarda diş kirası geleneğini yaşatmaya gayret ediyoruz. Not düşelim!”
Anadolu’da insanlar çocuğuna Ali Osman ismini koymuştur. Hiçbir Müslüman beldesinde Ali ile Osman’ın aynı insana verildiğini göremezsiniz. Yine Anadolu’da adı İsmail olan insanlara “kurban” ismiyle seslenildiğini görürsünüz. Bugün bile bazı yerlerde devam etmektedir bu gelenek. Bunların hepsinde bir incelik vardır. Müslüman çocuğuna Ali ismini koyar, Osman ismini koyar ama Ali Osman ismini Müslüman Türk koyar, Anadolu evladı koyar.
Hacca gidenler bilir. Araplar Kur’an’ı okur, sonra da başının altına koyar, yastık yapar, uyur. (Bunu tabii ki bizim ırkçılar gibi Arap düşmanlığı yapmak için söylemiyorum. Irk gibi derdimiz yok, bahsettiğim bir mefhum. Yoksa biz beyaz tenlinin kırmızı tenliye üstünlüğünü olmadığına iman ettik.) Bizde Kur’an göbek altına indiğinde ayıp görülür, azarlanır o insan. Bizim padişahlarımız ölümü unutmamak için başına kefen sarıp yaşadı. Bizim atalarımıza yaşı sorulduğunda eğer 63’ü geçtiyse “Haddi geçtik” diye cevap verildi.
Dedik ya bir başkayız işte biz…