Herkesin “Ne olacak bu kiralar ve fahiş fiyatlar?” sorusunu yönelttiği bir dönemde, meselenin bir zihinsel haritalamasının yapılması gerekiyor artık.
Etik, estetik ve ahlaki açıdan bütün tutucu bariyerlerin/bentlerin aşıldığı bir zeminde kimin, neyi yapmadığını/yapamadığını da iyi hatırlamak gerekiyor.
Bu çerçevede kadimi hatırlamanın/hatırlatmanın ne derece derde dava olacağını hesaba katmanın, dini referansları yeniden ve güçlü bir şekilde sahaya sürmenin -bu kadar dünyeviye sarıldığımız dönemde- hangi vicdanda karşılık bulabileceğini iyi görmek gerekiyor.
Meslek odalarının ve birliklerinin, derneklerinin, vakıflarının görevlerinin, ne olup olmadığını da yine kadimden örneklerle hatırlatmak, gönüllere, onların girdiği kapılardan girmek, “en büyük zenginliğin kanaat olduğu” hakikatini vicdanlarda tekrar ikame edebilir mi?
Ahilerin, loncaların türbülanslı dönemlerde, ticari hayatı nasıl ahlaki dengede tutmaya çalıştığını, esnafı korurken aslında müşterisini de nasıl koruduğunu, bugünkü esnaf birliklerine hatırlatmak, vicdanı tekrar yuvasına çağırır mı?
Kanun elbette önemlidir ama onların bile arkasından dolanmayı, artık ahlaki sorun olarak görmeyen bir ticaret anlayışına karşı işletilecek prosedür, sosyolojik dinamiklerle ilgilidir kanaatimce.
İstediğimiz şey “totaliterlik” değilse tabi.
Bugün esnaf birliklerini -elbette haklarıdır ama- sadece devletten talep eden ve devlete baskı yapan açıklamalarıyla dinliyoruz.
Oysa bugün yaşanan ve ahlaki sınırları aşmış olana, haksız ve açgözlü kazanma hırsına karşı da çok etkin bir mücadele vermeleri gerekmiyor mu?
Zira demokrasinin gereğini bu, devlet ile toplum arasındaki kurumlar yerine getirmek zorundadır.
Padişahlık döneminde bile çok verimli sonuçlar elde eden ahilerin, loncaların gerisinde kalmak, medeniyetin her türlü imkanına erişilmiş bu dönemin teşkilatları için oldukça sorunlu bir hale tekabül ediyor.
Devletin müdahalesini “otoriter olarak” niteleyenlerin, vazifesini hakkıyla yerine getirmesi gerekiyor.
Kusura bakmasınlar ama “Bendevi Palandöken” ismini her duyduğum haber, hep devletten isteyen birini hatırlatıyor bana.
Bu, diğerlerinde de aynı ya da ben yanılıyorum.
Oluşan bu topyekûn algıdan her ev sahibinin, esnafın payına düşen şey de ne yazık ki aynıdır.
İyiyi sadece muhatabının bildiği bir zeminde genel atmosfer, o iyi olanın da hakkını gasp ediyor.
Ferdan Ergut, Osmanlı İmparatorluğu’ndaki iç denetimin nasıl sağlandığını şöyle ifade ediyor: İmparatorluğun "klasik çağı"na kıyasla geç bir tarih olan 1810'da bile, Ankara'da oturanlar, bir suçluyu teslim edemediklerinde 100 bin kuruş ceza ödemeye mahkûm edilebiliyorlardı; Erzincan'dakiler, şehirlerinde bir yeniçeri öldürüldü diye, 20 bin kuruş ödemek zorunda kalmışlardı. Bir mahalle ya da şehirdeki (sorunlu) kişi ya da ailelerin sürülmesine yol açabilen iç toplumsal denetim, bu kolektif sorumluluk sisteminin ayrılmaz parçasıydı.”
Evet, Osmanlı, mahalleliyi bile birbirine karşı sorumlu tutmuş, oraya girip çıkandan haberi olmasını istemiştir.
Yargılamalarda komşuların şahitliği kilit rol oynamıştır, sorumluluğu gereği.
Bir mahalleye ait olabilmenin yolu, beş yıl uyum içinde orada kalabilmeye bağlanmıştır.
Bugünün on binleri bulan mahalleleri için bu ihtimal çok uzak olsa da ahlaki ilkelerin, tanımadıklarımız için de işliyor olması gerekir.
En azından esnaf birliklerinin ve esnafın, bu konuda yapabileceği daha fazla şey vardır.
Zira müşteri, bir esnafın ötekisi değil bilakis tamamlayıcısıdır.
İnsan, esnafın olmadığı zamanlarda, bir şekilde yaşamayı bilmiştir fakat müşterisi olmayan esnafın varlık sebebi ortadan kalkar.
Toplumu var eden ticaret değildir, tam aksine nüfusun varlığı, ticareti var eder, yaşatır.
Alıcısı olmayan bir ürün zaiddir, hatta çöptür.
Müşterilerin organize bir ses oluşturamadığı zeminde, ticareti elinde bulunduranların oligopolleşerek müşterinin cebine hücum etmesi, uzun vadede kendi ceplerini de boşaltacaktır.
Hayatı birbirine bağlı olanların yapacağı en büyük hata, yaşam kaynağını yok etmektir.
Zira, hayatta kalan için de artık bir sondur bu.
Ya arzu ettiğimiz geleceği birlikte inşa edeceğiz ya da o gelecek hiç olmayacak.
Tercih hepimizin…