Meselenin ağaç olmadığı Gezi olaylarının hararetli günleriydi. Sosyal medya üzerinden profesyonel eller tarafından örgütlenmiş memleketimin binlerce genci, içeriğini tanımlamakta zorlandıkları şehvetli “özgürlük” sloganlarıyla sokakları tarumar ediyorlardı. İstanbul, Ankara derken Anadolu’nun kimi şehirlerine de yayılma eğilimi gösteren eylemler, aslında seçilmiş bir hükümete karşı bizzat kendi halkı üzerinden iklimlenmiş organize post modern bir darbe girişimi ve dış kaynaklı açılmış savaştı.

O zaman bir milletvekili olarak sosyal medya ve özellikle de Twitter üzerinden örgütlenen ve eylem yürüten gençlerle güç temaslar kurarak yaptıkları yanlışı izah etmeye çalışıyordum. İlk temasın ardından ağır küfürle karşılaşıyor ama küfürlere karşılık kullandığım “Kardeşim” hitabı ile süreci yöneterek muhatabımı yumuşatıyor, birkaç küfre daha katlanarak güvenini kazandıktan sonra meselenin özüne inebiliyordum. Meselenin sonuna geldiğimizde cümleler genelde “Bütün AKP’liler sizin gibi olsa ben dahi oy veririm” şeklinde bitiyordu.

Belki tek tek dokunmak, gerilimi almak, güven tesis edip kazanmak zor oluyordu, zaman alıyordu ama hiç olmazsa bir kardeşimi kurtardım, gönlüne girdim diyebiliyordum. İbrahim’in ateşine gagasında su taşıyan kırlangıç gibiydim.

Zaten Rabbin emri de bu değil miydi? Peygamberini firavuna gönderirken “Ey Musa firavuna karşı yumuşak bir dil kullan. Umulur ki, kalbi yumuşar.” demiyor muydu? Aslında kalplerdekini bilen ve okuyan firavunun iman etmeyeceğini biliyordu. Ancak bir tebliğ ehlinin nasıl bir dil ve üslup kullanması gerektiğini asırlar öncesinden biz kullarına izah etmeye, ulaştırmaya çalışıyordu.

Bu şekilde Twitter üzerinden kalbini ve güvenini kazandığım gençlerle karşılıklı takipleşmeye başlıyor ve temaslarımızı da sürdürüyorduk. Bir gece saat 01:00 sularında bu gençlerden birisinin retweet ettiği bir tweet’e rastladım. Tweet acil hematolog bulunan bir hastane arayışından bahsediyor ve bir cep numarası vererek destek istiyordu. Numarayı aradım. Yorgun ve bitap Dilek adında bir hanımefendi açtı telefonu. Milletvekili olduğumu, tweetlerine rastladığımı ve yardımcı olmak istediğimi söyledim. Kısa bir tereddütten sonra gerçekten milletvekili olup olmadığımı sordu. “Evet milletvekiliyim” dedim. “Hangi ilden” dedi. “Gaziantep” dedim. “Hangi partiden” dedi. “Hangi partinin milletvekili olduğumun bir önemi yok siz bizim vatandaşımızsın ve acil bir doktora ihtiyacınız var önemli olan bu” dedim. “Hayır!” dedi. “Bizi bu saatte arayan, sahip çıkan bir milletvekilinin partisini bilmek ve ömrümüz boyunca desteklemek istiyoruz” dedi. AK Parti milletvekili olduğumu ancak dilediği partiye oy vermekte özgür olduğunu, sırf bu nedenle oy vermeyi doğru bulmadığımı, bu yaklaşımın beni iyi hissettirmeyeceğini söyledim.

Balıkesir’de bir hastanede olduklarını, kız kardeşi Benek’in hematolog bulunan tam teşekküllü bir hastaneye ihtiyaç duyduğunu ve doktorların İzmir 9 Eylül Hastanesi’ni önerdiklerini söyledi. Benden haber beklemelerini söyleyerek gece saat 01:30 civarı Sağlık Bakan Yardımcımız Agah Kafkas Bey’i aradım ve durumu izah ettim. Agâh Bey hasta yakınının telefon ve ismini alıp Sağlık Bakanlığı üzerinden yardımcı olacaklarını söyledi. Dilek Hanım’ı arayıp Sağlık Bakanlığı’nın kendileri ile iletişim kuracaklarını belirtip, uyumayacağımı ve bakanlık aradıktan sonra bana bilgi vermelerini rica ettim. Aradan bir saat geçmesine rağmen Dilek Hanım dönmeyince ben kendilerini aradım ve son durumu sordum.

Sağlık Bakanlığı’nın aradığını ve en yakın Denizli’de bir hastane önerdiğini ancak kendilerinin kabul etmediklerini, İzmir 9 Eylül Hastanesi’ni istediklerini söyledi. “Benden haber bekleyin” diyerek TBMM’de gece milletvekillerine hizmet veren santrali aradım ve İzmir 9 Eylül Hastanesi’nin başhekimini bağlamasını rica ettim. Gece saat 02:00 sularında başhekimle görüşüp durumu izah ettik. Başhekim bey hasta bilgilerini aldıktan sonra hastanın bulunduğu hastane ile temasa geçip hastanın epikrizini alacaklarını, ancak gece şartlarında hasta naklinin riskli olacağını, hastanede yer hazırlığı yaparak sabah en geç saat 9 gibi hastanın transfer işlemini başlatacaklarını söyledi.

Dilek Hanım’ı arayarak Benek’in sabah en geç 9 gibi ambulansla transfer edileceği bilgisini verdim. Herhangi bir sorunla karşılaşırlarsa beni aramalarını söyledim. Teşekkür ve geçmiş olsun dileklerimizle telefonu kapattık.

Sabah saat 10:00 civarı aklıma geldi ve tekrar aradım. Dilek Hanım, Benek’i alan ambulansın önde kendilerinin de arkada takipte İzmir’e doğru yolda olduklarını söyledi. Bana Benek’in tebessüm eden bir resmini atmaları ricasında bulundum. Benek o süreçte benim zihnimde oluşmuş minik bir kız çocuğuydu.

Benek’in tebessüm eden resmi gelmedi. Aradan yaklaşık 1 ay gibi bir süre geçti. Avrupa Birliği Uyum Komisyonu çalışmaları için Brüksel’e uçmak üzere uçağa geçtim. Yerime oturur oturmaz Dilek Hanım’ın aradığını fark ettim. Dilek Hanım, Ali Bey İzmir’de yapılacak bir şey kalmadı biz İstanbul Anadolu yakasında yaşıyoruz bize orada bir hastane ayarlayıp ambulans helikopterle aldırabilirseniz müteşekkir kalırız dedi. Elimden geleni yapacağımı söyleyip İstanbul İl Sağlık Müdürü’nü aradım ve hastamızla ilgili bilgileri verip ricada bulundum. İl müdürlüğü, doktorları ile görüşüp Beneği en uygun şekilde İstanbul’a transfer edeceklerini söyledi. Dilek Hanım’ı bu şekilde bilgilendirip Brüksel’e uçtum.

Birkaç gün süren komisyon çalışmalarının ardından tekrar İstanbul’a döndük. Çok enteresan uçaktan inerken Dilek Hanım aradı tekrar. Sesi çok kötüydü. Ali Bey biz Benek’i kaybettik şu anda İzmir’den İstanbul’a doğru cenazemizle yoldayız dedi. Başsağlığı dileyerek İstanbul’a neden aldırmadıklarını sordum. Dilek Hanım, “Benek’in sağlık koşullarının hava transferi için risk teşkil etmesinden dolayı doktorları izin vermedi” dedi ve ekledi: “Size minnettarız. Bizim üzerimden öylesine bir yükü aldınız ki hakkınızı ödeyemeyiz. ‘Eğer o gece Benek’i İzmir 9 Eylül Hastanesi’ne aldırmasaydınız ve biz Benek’i o şekilde kaybetseydik ömrümüz boyunca acaba İzmir’e aldırsaydık yaşar mıydı’ sorusuyla yaşayıp kahrolacaktık. Bizi ömür boyu esir alacak bu acı sorgulamadan kurtardınız. Artık İstanbul’da bir aileniz ve bir eviniz var. Nolur bizi ziyaret edin.” dedi.

Benek’in küçük bir kız çocuğu olmayıp Dilek Hanım’ın küçük kız kardeşi olduğunu o gün öğrendim. Başsağlığı dileyip kendilerinin de Ankara’da bir kardeşleri ve evleri olduğunu, fırsat bulursam İstanbul’da kendilerini ziyaret etmekten onur duyacağımı söyledim.

Aradan 6 yıl geçti dün Dilek Hanım yeniden aradı. Benek’in oğlu ve gelininin Ankara’da olduklarını ve beni ziyaret etmek istediklerini söyledi. Önümüzdeki günlerde böyle bir acı hikâye ile tanıdığımız Benek kardeşimizin oğlu ve gelinini TBMM’de ağırlayacağız. Kendimi tükenmeyen bir iyiliğin ve vefanın parçası hissetmek, içinden geçtiğimiz şu kasvetli günlerde çok iyi hissettirdi açıkçası.

Seçim arası verdiğim Diriliş Postası yazılarım için bu hafta ne yazayım derken Dilek Hanım’dan gelen bu güzel telefon Benek’i yazdırdı bana.

Benek ve ailesi ile dünya görüşümüz farklıydı. Ama bunun dışında yüzlerce ortak yanımız vardı. En temelde de insan olmaktan başlayarak. Bir iyilik gecesinde aramızdaki tüm önyargı ve farklılıkları silip attık.

Kazanamayacağımız insan yok kazanamadığımız insan var. Yeter ki birbirimizi amasız, eğersiz, şartsız ve koşulsuz sırf rağmen sevebilelim.

Hele bugünlerde ne kadar da çok ihtiyacımız var buna…