İslam Devletlerinin batı karşısında gerilemeye başlamasının sebebleri, İnsanları hep bir düşünce içine sürüklemiş, lakin bir çözüm yolu üretilememiştir. Bu durumu bazı insanlar “Dinden uzaklaşma” diye açıklamışlardır. Tabiki Batı medeniyetinin kendi çözümsüzlüklerini (sorunlarını) dinden uzaklaşarak kendi yapısıyla çözmesi ile İslam Devletlerinin (dünyasının) dine yaklaşımı ve sorunlarını çözme sitili (sistemi) aynı değildir. Dinin Şarktaki ve Batıda ki konumları çok farklıdır. Yalnız bunları anlatırken şurası da bir gerçektir ki; Altın Çağlarını yaşayan İslam Dünyası bir müddet sonra hemen her alanda bir durgunluk içerisine girmiş, hayatın her kademesi bir şekilde yozlaşmış ve bu dünyaya dair yeni açılımlar getirememiş… dolayısı ile İslam devletleri askeri olarak da Batı karşısında bir gerileme içerisine girmiştir. Sonrasında gelen 200 yıllık çözülmede, İslam Coğrafyası’nın her tarafı işgal edilmiş, sömürülmüş ve kukla diktatörlerce yönetilmeye başlanmıştır… Yanı batıya köle olmuşlardır. İslam Dünyasının gelişmeleri hızlı bir şekilde fark ettiği söylenemez ama en azından bir süre sonra bu amaçla çalışmalar başlamış, önleme konusunda birtakım adımlar atılmış ama maalesef sorunun kaynağını belirleyemeyen İslam Dünyası bu konuda kendilerine yön veren âlimleri dinlememekte ısrar etmiş, çözümü şark tarzı olmayıp hep Batı tarzı çözüm yollarına harcamış ve her defasında hezimetle veya hüsranla biten bir son olmuştur. Eğer İslam Dünyasında ortaya çıkan bütün çözüm yollarına ve bunların akıbetlerine etraflıca bir bakış atacak olursak bu hususta en azından bir fikir edinmiş oluruz. Çünkü İslam dünyası her defasında batı tarzı çözüm yollarına baş vurduğu İçin bir çöküntü yaşamıştır. Bunun tekrar yaşanmaması İçin şark tarzı çözüm yollarına baş vurmak gerekir.

Aslında Batılılar için karanlık çağ demek olan Orta Çağ bizim için Altın bir Çağ sayılırken sonrasında yaptığı atılımlarla Batı Dünyası açıklarını kapatmış ve askeri-sosyal-ekonomik olarak İslam dünyasının üzerine doğru gelmiştir. İslam Dünyası bu duruma tarihsel birikimi ve kaynakları sayesinde 200 yıldan daha fazla bir vakit dirense de sonuç itibarı ile bugün gelinen noktada Batı hemen her alanda İslam dünyası üzerinde hissedilir bir şekilde ağırlığını ve baskısını artırmıştır. Yani içimize kadar girmiş, dünyevi heveslerimizi kendi çapında değiştirmiştir. Dünyevi değişiklik zaten uhrevi değişikliği beraberinde getirir. Açık veya kapalı, eski veya yeni bir şekilde İslam Dünyası işgal altındadır. Zihinsel, tarihsel ve bedensel olarak…

Kendi değerlerini dikkate almayan, gerilemeyi Gazali’ye neden gösteren, kitap merkezli bir hayatı yaşamlarının ana eksenine koyan Orta Çağ/Altın Çağ Müslümanlarını cahillikle suçlayan, bugün Batı ürünü olarak gösterilen tüm Bilim dallarının ana temelini oluşturan Müslüman İlim Öncülerini tanımayan ve en nihayet bugün gelinen noktada Batı Dünyasının üstünlüğünü kabullenmiş olanların Batılı Bakış Açıları nı kesinlikle sorgulamadığımız bir gerçektir. Dünyanın kalbi bir dönemler buradan, bizim yüreğimizin attığı yerlerden atıyordu. İstanbul da, Kahire de, Bağdat da, Endülüs de, Buhar da, Şam da, Kudüs de, İskenderiye de, Belh de, Gazze de ve Konya da….. dünyanın ilim merkezleriydi. Nice nadide Ufuk’larına dahi yetişemediğimiz Âlimleri çıkarmıştır.

Bu Âlimler tüm bilimsel gelişmeleri takip ve tahlil ediliyor, koruma altına alınıyorlardı. Her alanda büyük alimler yetişiyor ve sonrasında ki Batılı aydınlanmanın temellerini oluşturuyordu. Batı karanlık bir çağda yaşarken İslam Dünyası özgür ve ferahtı, huzurlu ve mutluydu, yaşıyor ve yaşatıyordu, ihyaları ve inşaları kuvvetliydi. İnsanlıktan uzak bir yaşam süren Batı Dünyasının Şark özlemi aslında bu İlmi ve fikri duruşlardan dolayı haklı nedenlere dayanıyordu. Çünkü Müslümanlar dünyayı idare ediyorlardı.

Yalnız İbn-i Haldun’un şöyle bir ifadesi var; “Medeniyetler de insanlar gibidir; doğar, büyür, gelişir, olgunlaşır, yaşlanır ve ölürler”

Bu söze dayanarak şimdi, 200 yıldır tüm İslam dünyası için önerilen ve “Batı’dan medet uman, Batı tarzı kurtuluş yolları öneren” sahte çözümler iflas etmiştir artık. 200 yıllık süreç sonrasında İslam dünyasında ki bilimsel,ekonomik,siyasal ve askeri sorunlar hiç düzelmemiş bilakis daha da derinleşmiştir. Daha verimli bir çözüm yolu bulunamaz ise ölüme mahkum edilmiş bir medeniyet olmak suretiyle bir daha dirilemeyecektir. “Şarkın efendisi olmak varken Batıya köle olma isteklisi Türkiye” şeklinde ki söylem aslında Batı tarzı bir düşüncenin tasavvurun ufkun ürünü olan, son kullanma tarihi geçen bir ürün gibi diğer tüm söylemlerden (sözlerden) daha mantıksal bir zihni temeli oluşturuyor. Bundan sonra bize gereken en iyi ve manalı söylem (söz) pencerelerin artık değiştirilmesi yani bizlerin batılı gibi değil, batılı bizler gibi yaşamalı, düşünmeli ve “aşağılık duygusu” dediğimiz cümlenin Batılılar nazarında “şarka uymama” “onlar gibi yaşamama” cümlesi haline gelmesi olacaktır.

Batı şöyle düşünmeli; “ben batılıyım! Ne oldu ki bana şarklılar gibi yaşıyorum! Onların hayranı oldum!”

Vesselam…