Batı’nın temel kodlarına işlenmiş çok tanrılı inanç biçimlerinin Hristiyanlıkla sona erdiğini düşünmek, bugünlerini açıklamak için yeterli değildir.
Batı’nın pagan dönemlerindeki o her şeyin bir tanrısının olduğu devirlerini -yazılı tarih için- Herodot’un çalışmasıyla yaklaşık 2 bin 500 yıl öncelerine kadar götürebilirsiniz.
Bu çok tanrılı anlayışı temsil eden Henoteiz iki temel üzerinde işlemiştir.
Biri pek çok tanrının varlığını kabul eden ama sadece birine tapanları temsil eden Monolatrizm diğeri ise mevsimlere ya da olaylara göre farklı tanrılara tapanları temsil eden Katenoteizmdir.
Bugün bile Batı’nın temel mitolojilerine ve oralardaki “Athena, Zeus” gibi tanrılarına -sanki hâlâ varlarmış gibi- filozoflarının metinlerinde bir bilinçaltı etkisiyle ciddi ciddi yer verilmektedir.
Hristiyan dönemde bile üçe indirebildikleri bir tanrı anlayışının, aydınlanma dönemi olarak tarif edilen dönemden sonra çok farklı bir sürece evrildiğini ve pagan dönemdeki “Tanrı Kral”ın yerine “Tanrı akıl”ın ikame edildiğini söylemek yanlış değildir.
Bu kırılma noktasında Batı’nın ürünü modern dönemi şekillendiren rasyonalizmin kurucusu Rene Descartes önemlidir.
Dr. Yahya Ayyıldız’a göre; Weber ve Sombart gibi sosyal bilimciler, Batı’nın gelişimini ve kapitalizmi rasyonellik üzerinden açıklar ve sadece Batı toplumunun rasyonel olduğunu iddia eder. Rasyonalizm (rationalism) Türkçeye yanlış bir biçimde akılcılık olarak çevrilmiştir, doğrusu ise hesapçılıktır. Aklın kullanım biçimlerinden biri olan hesapçılık, sınıflı toplumlara özgüdür. Andre Gorz, kapitalizmde görülen bu akıl biçimini “iktisadi akılsallık” diye adlandırarak analiz etmiştir. Bu akıl, “reason” değil “ratio” üzerine temellenir ve “ilişkilerin teknikleştirilmesi, şeyleştirilmesi ve parasallaştırılmasının kültürel yapı taşları”nı oluşturur. Rasyonel akıl, ahlaki değerleri veya toplumsallığı devre dışı bırakır ve sadece “eylemin doğru hesaplanıp hesaplanmadığı”yla ilgilenir.
Aklı “tanrı” mertebesine yükselten ve her şeyin ölçüsü yapan Batı, yine tanrıyı ilahi konumundan yeryüzüne indirmiş ve bu defa da akıllar kadar çoğaltmıştır.
Pagan dönemde kendi aralarında savaşan tanrıların yerini; şimdi savaşan, çatışan ve aklı temsil eden Batı’nın “tanrı insan”ı almıştır ne yazık ki!
Zira hiçbir tanrı ya da kendini “tanrı” olarak gören hiçbir akıl, kendi sahasını paylaşmak istemediğinden dolayı “gücü her şeye yeten birey” için çatışma kaçınılmaz hâle gelmiştir.
O sebepledir ki; İslam inancı, “Neden iki ilah olamaz?” sorusunu, “Yer, gök yıkılırdı” diye cevaplamıştır.
Batı’nın tanrı üretme kapasitesi modern çağda çok daha ileri bir merhale kazanmış ve sadece soyut kavramlardan oluşan tanrıların üretimine geçilmiştir.
Tıpkı Rene Guenon’un, “Çoğu modern put, sadece kelimelerden ibarettir” sözünde olduğu gibi.
Bu noktada Batı’nın putlaştırdığı kavramlar/kelimeler ne olabilir?
Üzerine biraz düşündüğümde, çok da yorulmadan birkaç tanesine ulaşabildiğimi gördüm.
Bütün sorunları âdeta bir sihir etkisiyle çözecekmiş gibi ve bir illüzyon marifetiyle sundukları o sahte gücü ifade eden kavramlar; demokrasi, eşitlik, evrensel oy hakkı, modernite, uygarlık, konfor ve türevlerinden ibaretti.
Bunları her akıl sahibi, kendi ufku ölçeğinde artırabilir elbette.
Dünyada, son 200 yıldır akan kan ve gözyaşının altında aslında bu “put kavramlar”ın emrettiğini yerine getirme çabası var.
Lakin bu “put kavramlar” sadece Batı’da değil, Doğu’da da çok bilinçsiz bir şekilde her şeyin ilacı olarak görüldü/görülüyor.
Oysa söz konusu “put kavramlar”a ilk ve en önemli itirazlar da yine Batılı düşünürlerden geldi.
İnsanın ve tabiatın bütün hakikatlerine aykırı olan “eşitlik” fikrini ilk yerin dibine sokan Alexis de Tocqueville değil miydi?
Önce “demokrasinin” bir demokrasiye ihtiyacı olduğu fikri de Eienne Balibar’a aitti.
Yine Batı uygarlığının ürettiği krizi en çarpıcı biçimiyle Edward Carpenter anlattı; tıpkı modernitenin açtığı derin krizi anlatan Rene Guenon gibi.
Batı neye inanırsa inansın; Doğu’nun, dahası Müslümanların gücü vahdettedir ve onun Rabb’i de tekdir.
Birlik, gerçek gücü temsil ederken çokluk; çatışma, bölünme ve zayıflığı kaçınılmaz olarak davet eder.
İçimize de salınmış bu put kavramlarla mücadele etmenin kuralı açıktır.
Batı’nın soyut putlarını kırmak için lazım olan şey, bir İbrahim bir de “balta”sı olacak akıl, düşünce ve fikirdir.
Velhasıl, bize ait bir mefkûredir…