Ermeni meselesi üzerine çalışan uzmanlar Ermenilerin, 19. yüzyılın sonlarından itibaren Avrupa ve Amerika’da kamuoyu gücünü Türklere karşı arkalarına aldıklarından bahseder. Kitle iletişim araçlarının yaygınlaşmasına paralel olarak kamuoyu gücü, siyasette en önemli etmenlerden biri haline geldi. Dolayısıyla uluslararası bir meselede dünya kamuoyunun desteği artık çok önemlidir. Bu nedenle çağımızda devletlerin, dış politika argümanlarını hazırlarken uluslararası kamuoyu verilerini dikkate alarak hareket ettiği görülmektedir.
Kamuoyu hakkında yapılan araştırmalar, insanların siyasal olaylar karşısındaki tutumlarını; içerisinde bulundukları çevrenin, kitle iletişim araçlarının ve takip ettikleri kanaat önderlerinin belirlediğini öne sürmektedir. Bu bağlamda kitle iletişim araçlarında sunulan karikatür, fotoğraf ve harita gibi görsel malzemeler ile manşet ve haber içeriği gibi tasarımlar, bireylerin mevcut olay karşısındaki siyasal davranışlarını etkileyebilmektedir.
Bugün kamuoyunun resmi olmayan bir iktidar hüviyeti kazandığı inkâr edilemez. Haliyle bu vaziyet devletlerin, geleneksel jeopolitik güç hesaplarını, kamuoyunun moral baskısına uygun bir şekilde yürütmelerine yol açıyor. Mesela, İran’la ABD arasındaki rehine krizinden sonra, İran dünyada en olumsuz değerlendirilen ülkelerden biri haline geldi. Bunun nedeni, ABD’nin tüm varlığıyla dünya kamuoyu nezdindeki ağırlığıydı.
Günümüzde Türkiye’nin üstesinden gelmekte zorlandığı en önemli hususlardan birisi, geçmişten bugüne Batı’da oluşan “Türkiye” imajıdır. Ermeniler, Yunanlılar ve PKK, 1915 Ermeni Olaylarını, Kıbrıs Barış Harekâtını ve PKK ile mücadeleyi, sistemli bir propagandayla Batı kamuoyunda kendi lehlerine çevirmeyi başardılar ve Batı kamuoyunda Türkiye karşıtı bir bilincin oluşmasını sağladılar.
Türkiye tarihi boyunca din, dil ve ırk ayrımı gözetmeksizin topraklarını tüm sığınmacılara açan bir devlet oldu. 16. asırda Hıristiyan zulmünden Endülüslü Yahudiler ve Araplar, 1848-1849 Macar İhtilali sonrası Rus ve Avusturya baskısından Polonyalı ve Macar mülteciler, Hitler Almanya’sının kanlı olaylarından Alman Yahudiler başta olmak üzere farklı zamanlarda zulme maruz kalan sığınmacılar, güvenli bir liman olarak Türkiye’yi seçti. Fakat Türkiye’nin bu insani duruşu Batı kamuoyuna düzgün bir şekilde aktarılamadı. Birçok tarihi konu sinemaya güzelce yansıtılamadı.
Açıkça belirtmek gerekiyor ki yukarıdaki lobilere ve onların güdümlediği uluslararası kamuoyuna karşı topyekûn demokratik bir mücadele başlatılmalıdır. Bu bağlamda, yurtiçi ve yurtdışı sivil toplum örgütleri, üniversiteler ve yurtdışı temsilcilikleri arasında bir koordinasyon kurulması elzemdir. Aksi halde Türkiye’ye karşı derin bir düşmanlık aşılayan bu örgütlerin uluslararası kamuoyundaki etki gücü kırılamaz.
Türkiye’nin uluslararası arenada en takdir gördüğü Suriyeli mülteciler meselesinde bile Batı kamuoyunda olumlu bir algı inşa edememesi bu koordinasyon eksikliğinden ileri gelmektedir. Bu hususta üniversiteler de üzerine düşeni yapmalıdır.
Suriye krizinin başladığı günden bugüne, üniversiteler bünyesinde, hem yurtiçinde hem de yurtdışında binlerce uluslararası sempozyum ve kongre türünde bilimsel toplantı gerçekleşti. Ancak bunların pek azının doğrudan Suriye meselesini ve Türkiye’nin Suriye politikasını konu edinmiş olması, kaygı verici bir noksanlıktır. Uluslararası akademik camiayı hedefleyen tesir gücü yüksek bilimsel etkinliklerin icra edilmesi en büyük ihtiyaçlardan biridir.
Neticede Avrupa ve Amerika kamuoyu, Türkiye hakkında yanlış bilgilerle doludur. Bu olguya uygun bir strateji geliştirmek için Türkiye’deki tüm kurumlar işbirliği içerisinde hareket etmek zorundadır.