Türk Lirasının 2016’yı dolar karşısında yüzde 21 değer kaybederek kapatmasının ardından yılın ilk 12 gününde de yüzde 8 civarında değer kaybetmesi paniğe yol açtı. Dövizdeki bu ani artış üzerine çeşitli görüşler dile getirildi. Komplo teorileri üretildi.
Ekonomistler genellikle “Komplo teorilerine itibar etmeyin, iktisat kendi kurallarına uygun hareket eder” derler. Peki etmeyelim, gerçekten öyle mi, olan biteni anlamaya çalışalım.
Maalesef kapitalist sistemin bir parçasıyız. Kendimizin koymadığı kurallara tâbi bir oyunun içerisindeyiz. Sistemde birincil kural şu: Para su gibidir, nerede eğim görürse o yöne akar. Başka?.. Borçlanma faizi, paraya olan ihtiyacınızın şiddetiyle doğru orantılıdır. Başka?.. Ülkelerin kredi notunu sözde bağımsız kredi derecelendirme kuruluşları belirler. İtibarınız kadar kredibiliteniz vardır. Başka?.. Dünyada dolaşan trilyonlarca dolar serseri para yüksek kâr gördüğü piyasalara akar. Para girişiyle kurlar düşer, çıkmaya kalktığında dövize talep artar fiyatı yükselir.
Bir de yazılı olmayan kural var: Paranın inancı, vicdanı olmaz. Sıcak para ateisttir!..
Sisteme lanet okumayı ihmal etmeyerek bunlara da peki diyelim…
Peki de yılın ilk 12 gününde ne oldu da kurlar bu kadar yükseldi? Ekonomisi bize benzeyen ve kırılgan beşli tabir edilen beş ülkeden Brezilya , G. Afrika , Endonezya ve Hindistan’da bile dolar yüzde 1.1 değer kaybederken bizde 6.7 değer kazandı?..
Ekonomist ve Hititolog (Günümüzü yorumlarken Hititlerin uygulamalarından verdiği örneklerle ilginç açılımlar ortaya koyması bakımından Hititologluğunu önemli gördüğüm için belirttim) Mahfi Eğilmez’e göre, kırılgan beşlinin temel göstergelerinde önemli bir fark olmamasına rağmen durumun böyle cereyan etmesinin açıklanabilir tek bir sebebi var; bizde başkanlık sistemini getirecek anayasa değişikliğinin görüşülmeye başlanması.
Şimdi gelin de komplo teorilerine itibar etmeyin. Şimdi gelin de “Seni başkan yaptırmayacağız korosu”nun dışarıdaki ayaklarının bu işlere bir dahli yok deyin. Şimdi gelin de dövizdeki hareketliliği, terörün pik yapmasıyla ilişkilendirmeyin…
Şöyle olabilir mi mesela?
Büyük risklere rağmen yüksek getirili alanlarda dolaşan fonlara hedge fonları deniliyor. Bu fonlar ünlü ekonomistler tarafından yönetiliyor. Piyasalardaki söylentiye göre Londra’dan yönetilen 2 trilyon dolarlık hedge fonlarının 20 milyar doları Türkiye’deydi ve son iki ayda ekonomik sebeplerden ziyade siyaseten alınmış bir kararla piyasayı terk etti. Aynı şekilde Alman menşeli yatırımların da hızlı çıkışlar yaptığı belirtiliyor.
Çıksınlar… Bu operasyonlar ilk defa yapılmıyor. Son 15 yılda defalarca denendi. Esas gaye, topluma umutsuzluk pompalayarak aynı amaca hizmet eden terör eylemleriyle ortak payda oluşturup insanlara “Bu ülkede yaşanmaz artık” dedirterek direncini kırmak. Kısaca umut avcılığı, gelecek hırsızlığı…
Madem para su gibidir, eğim gördüğü yere akar, madem bu kahrolası sistemin bir parçasıyız ve kökten değiştirmeye gücümüz yetmiyor, o vakit yapılması gereken, bir yandan sistem karşısında uluslararası kamuoyu oluşturma çabalarını sürdürürken bir yandan da eğimi kendimize doğru oluşturmanın yollarını aramak.
İlk işaretler belirdi bile. İki gün önce Resmi Gazete’de yayımlanan yönetmeliğe göre, Türkiye’de 1 milyon dolarlık gayrimenkul satın alan ya da 2 milyon dolar tutarında sabit yatırım yapan veya üç yıl tutmak şartıyla 3 milyon dolar mevduat hesabı açan yabancı uyruklulara TC vatandaşlığı verilebilecek. Buyurun size kaynak… İngiliz çıkar, Karadeniz’e Arap, Akdeniz’e Alman ve Rus gelir, İstanbul’a Japon gelir.
Bunlar palyatif tedbirler denebilir. Doğrudur.
Başkanlık sistemi, yürütmeyi kısır siyasetin vesayetinden kurtarıp, alınacak hızlı kararlarla hantal bürokrasiyi etkin bir biçimde çalıştırarak üretim seferberliği gibi kalıcı reformları hayata geçirebilmek için çok önemli.
Endişeye mahal yok, su akar yolunu bulur…