İktidarı milletin belirlediği siyasi sistemlerde hükümetlerin en çok yaptığı iş, milleti ikna ve faaliyetlerinin amacını izah etmektir. Kendisinin ülke için iyi olacağına, yeterli olduğuna ikna etmekle başlar siyasi macera ve sürekli izah ederek devam eder. Böyle de olmalıdır, hükümet bir karar alıyorsa bunu neden yaptığını güzelce izah etmelidir. Bu iyi bir şeydir; üzücü olan, Başbakan’ın çerçeve değerleri, milletin temel unsurlarını izah etmeye kalkması ya da buna mecbur edilmesi.

“Bir insanı öldürmek kötüdür, öldürenlere de katil denir. Katilleri yakalamak için polis teşkilatları olur. Bizim de polis teşkilatımız var, ama onların sayıları yetersiz olduğu için -şu kadar- polise daha ihtiyacımız var” diye bir açıklama duysaydık Başbakan’dan nasıl tepki verirdik. Tamam, Başbakan izah etsin ama bunu izah etmeye ne gerek var ki, zaten hepimizin bildiği ve hemfikir olduğu konu değil mi bu?

Başbakan Binali Yıldırım, Sağlık Bilimleri Üniversitesi Akademik Yılı Açılışı’nda yaptığı konuşmada bir açıklama yaptı. Önce, “110 bin civarında yabancı uyruklu öğrenci var üniversitelerimizde. Yetersiz, en az 350 bin olması lazım” dedi. Buraya kadar güzel. Sonra niye böyle dediğini açıklamak zorunda kaldı ve “Burada ne kadar çok misafir öğrenci olursa, hem üniversitelerimize gelir sağlar hem de ömür boyu memleketimizin, insanımızın tanıtımını yapan gönüllü elçilere sahip oluruz” dedi. Yetmedi, kendi yurtdışı üniversite öğrenimi üzerinden örneklendirdi. Yetmedi, Türkiye’de üniversite öğrencilerinin sadece dil öğrenmeyeceğini ve Türkiye’yle nasıl duygusal bağlar kuracağını izah etti. Yetmedi, bunun geleceğimiz adına ne kadar önemli olduğunu izah etti… Hâlbuki “Daha çok yabancı öğrenci” konusunu izah etmeye gerek olmamalıydı. Biz bunun ne demek olduğunu anlamalıydık. Muhalefet 350 bin yetersiz bulmalıydı ve “Niye 500 bin değil” demeliydi. Ama maalesef işler böyle yürümüyor bizde. Çünkü birisi çıkıyor diyor ki: “Sen kendi vatandaşını okuttun da yabancısı eksik kaldı.”

Cevdet Said’in “Tarih bilgisi toplumun psikolojik sağlığıdır” dediği gibi, hepimizin psikolojisi bozuk. Geçmişimizi, nereden geldiğimizi, niye geldiğimizi hatırlamadığımız için nereye gideceğimizi de bilmiyoruz… Başbakan’ın o konuşmayı yaptığı yerin 6 Kasım 1903 tarihinde Abdülhamid Han tarafından kurulduğunu unuttuk. Niye kurulduğunu unuttuk. Dolayısıyla 10 yıl sonraki Türkiye’ye, dünya üzerinde Türkçe konuşan binlerce insan lazım olacağının, bunun da en iyi yolunun onları toplayıp Türkiye’de üniversite okutmamız gerektiğinin farkında değiliz. Hal böyle olunca, “Ya hu bunu söylemeye ne gerek var; zaten yapılması gereken şey bu” diyeceğimiz konularda izaha ve ikna edilmeye ihtiyacımız oluyor. Yazarlar, gazeteciler, akademisyenler, uzmanlar, yorumcular, sanatçılar, kanaat önderleri yani millete laf söz eden kim varsa hepsinin çalışması gereken burası işte. Başından beri en zayıf olduğumuz yer burası, bizi hep buradan vuruyorlar…