Gezi’den bu yana devam eden operasyonlara bir yenisi daha eklendi. Nurettin Yıldız’ın 11 yıl önce “Kadın Cariye Değildir” başlıklı konuşmasından çarpıcı kısımlar montajlanarak hazırlanan videolar, şer odakları tarafından 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nün arifesinde sosyal medyaya servis edildi. Amaçları ülkemizi yine 28 Şubat karabasanına mahkûm etmek ve meşru iktidar üzerinde baskı kurmaktı.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, din adına yapılan yanlışların karşısında durarak ve İslami yorumların güncellemesi gerektiğini vurgulayarak bu operasyonu boşa çıkardı.
Erdoğan cemaat ve tarikatların sırayla tasfiye edileceği ve dinde reformun önünün açılacağı iddialarına ise “Biz asla dinde reform aramıyoruz” ve “milletimizin gönül dünyasını aydınlatan ehl-i tarikin, ehl-i ilmin, hikmet erlerinin zarar görmesine kesinlikle izin vermeyeceğiz” sözleriyle karşı çıkarak, bu yersiz endişeleri de giderdi.
Burada bence asıl dikkat etmemiz gereken, bize operasyon çekenler kadar kendi içimizdeki yanlışlara karşı da uyanık olma ve bunların üzerine yapıcı bir şekilde gitme mecburiyetimizdir. Nurettin Yıldız’ın Nisa Suresi 34. ayetteki “kadınları dövün” bahsini açıklarken “erkeklerin deşarj olması için dayak atmaları, kadınların da üzerlerine kuma gelmemesi için buna şükretmeleri gerekir” sözleri her ne kadar bağlamından koparılarak verilmiş olsa da üslup ve içerik olarak sorunlu sözlerdir. Aklı başında, vicdan sahibi herkesin de bu tarz söylemlerin karşısında durması gerekir.
Ancak Nurettin Yıldız’a sözlerinden dolayı hakkında soruşturma açılması ve bazı kesimlerce linç edilmesi de kabul edilemez. Çünkü bu sözlerin muhatabı hâkim ve savcılar değil, yine âlimler olmalı.
Yanlışların faturasını yalnızca Nurettin Yıldız’a kesmek de haksızlık olur. Artık taşınamaz hale gelen bu ağır yükün birçok müsebbibi var. Herkesin din adına konuştuğu bir vasatta Diyanet İşleri Başkanlığı niçin susar? Neden ilmî saygınlığı herkesçe kabul gören âlimler itiraz etmez?
İslam geleneğinde bir âlimin son sözü hep “Allah daha iyisini bilir” iken bugün birçoğu “Allah adına, Peygamber adına konuşuyorum” pervasızlığında bulunabiliyor. Yanlışlarına itiraz edenlere kulak vermek yerine taraftarlarına linç ettiriyorlar. Bu baskılara dayanamayan âlimler ise itirazlarının arkasında duramayıp köşelerine çekilmek zorunda kalıyorlar.
İslam âlimleri görüşlerini, içtihadlarını çekinmeden dile getirebilmeli ki günümüz meselelerine sağlıklı çözümler bulunabilsin. Aforoz ederek, linç ederek, tekfir ederek fikirleri susturmak en çok İslam’a zarar verir.
ADALET BUNUN NERESİNDE?
Devlete “seri katil” diyen Ahmet Şık tahliye edildi. Hapishane önünde basın mensuplarına yaptığı ilk açıklamada tehditlerine kaldığı yerden devam etti.
Ahmet Şık’ın özgürlüğüne kavuştuğu gün 18 yıldır tutuklu olan ve yakalandığı kolon kanseri ameliyatına elinde kelepçeyle alınan 28 Şubat mağduru Şehmus Alpsoy ise geçirdiği operasyondan sonra vücuduna bağlı iki torba ile tekrar hapishaneye gönderildi.
Siyah-beyaz kadar net olan bu iki olayı vicdanlara nasıl açıklayacaksınız? Herkese bir şekilde ulaşan adaletin, 25 yıldır zindanlarda yatan 28 Şubat mağdurlarına uğramamasını neye yoracaksınız? Demem o ki, sadece İslam adına yapılan yorumları değil, aynı zamanda adalet anlayışımızı da güncellemeliyiz.