Aydınlık ya da karanlık hangisini tercih edersiniz? Çoğumuz için cevap bellidir sanıyorum. Tabii ki aydınlık!..

Künhünden o kadar uzaklaştık ki kavram ve mefhumların. Keskin, kati ve kırmızı sınırları çizip birini kötü diğerini iyi ilan ettik. Renklerin masumiyetlerini bile çaldık. Birini diğerine haram kıldık, diğerini birine helal…

Yabancının biri yeryüzünün en onurlu bayrağı olan bayrağımızla ilgili, komünizmi çağrıştırdığı imasıyla “bayrağınızdaki hilal ve yıldızı seviyoruz ama kırmızılığı asla” demişti bir gün. Kendisine bayrağımızdaki kırmızının dünyanın 36 ülkesine, 76 noktasına yayılmış şehitlerimizin kanlarını temsil ettiğini anlatınca çok şaşırıp özür dilemiş ve saygısını ifade etmişti.

Körü körüne sevmemeyi sevmiyorum…

Aydınlık karanlık üzerine resmedilen eşsiz bir tablodur oysa. Aydınlığı var eden tek olgudur karanlık. Hani diyoruz ya her şey zıddı ile kaimdir diye. Aydınlık da karanlıkla kaimdir işte. Aydınlığı var eden karanlığın ta kendisi değil midir?

Geçtim şehirleri, köyleri dahi aydınlatan ışıkları sevemiyorum uzun süredir. Çünkü onlar başımı geceleri gökyüzüne kaldırdığımda Âlemlerin Rabbinin yarattığı o eşsiz evreni, sınırsızlığı, yıldızları, saman yolunu, yedi kardeşleri silip görünmez hale getirdiler. Tefekkürlerimi, tevekküllerimi, tasavvurlarımı, tahayyüllerimi, arayışlarımı, sığınışlarımı çaldı aydınlıklar. İrtibatlarımı kopardılar…

Eskiden karanlıklardan korkardık oysa… Şimdi aydınlıklardan…

Aydınlık LED lambalar, kerpiç evlerimizin duvarlarına asılı gazyağlı idare loşluğunun masumiyetini hissettirmiyor. İdarenin titrek üşümüşlüğünü ve karanlıkla olan sarmaş dolaş aşk hemhaliyetini bulamıyoruz sözüm ona aydınlık LED’lerde. Bizi sarmıyor, okşamıyor, ısıtmıyor, dindirmiyor…

Neden mi? Çünkü aydınlıklarımız suni artık. Titremiyor, üşümüyor, karanlıkla sarmaş dolaş olup raks edemiyor. Duygusuz, mimiksiz, donuk biyonik insan ve yapay zeka gibi. Soğuk, çok soğuk. Üşümüyor, üşütüyor…

Oysa lambada titreyen alevler üşürdü şairin dediği gibi…

9 aylık karanlıklarda olup, büyüyüp, olgunlaşıp doğduk hepimiz. Anne karnındaki zifiri karanlıkta can ve cisim bulan sabiye ey sabi gel hadi dünyaya! Burada aydınlık bir dünya var. Yemyeşil ormanlar, masmavi bir gökyüzü, rengârenk çiçekler var deseydik yine de o zifiri karanlıktan çıkmak ister miydi acaba?  Sanmam. Dünyanın kirli aydınlığını tercih etseydi çığlık çığlığa ağlayarak gelir miydi dünyaya?

Karanlıklarda tecessüm bulup, büyüyüp doğdu tüm büyük davalar. Kuyunun dipsiz karanlığında doğdu Yusuf ve Hira’nın mütevekkil karanlığında dünyaya geldi İslam.

Tertemizdik karanlıklarda, aydınlıklar bizi kirletti, kararttı. Bizi bizden aldı aydınlık ve gözlerimizi kamaştırıp görünmez kıldı bizi bize.

Aydınlanmak için gittikleri aydın ülkelerde, nice aydınlar kaybolup gittiler aydınlıklarda, aydınlandıklarını sanıp…

Karanlığın yetiştiriciliğini seviyorum, karanlığın beni örtüp, kuşatıp, bürümesini seviyorum. Gündüz gibi gecenin, aydınlık gibi karanlığın da mimarı Allah olduğu için seviyorum karanlığı…

And olsun: Bürüyüp (karanlığı ile) örttüğü zaman geceye. (Leyl 1)

Güneşin üzerine örtü çeken gecenin karanlığına and olsun ki. (Şems 4)

Dönüp gitmekte olan geceye and olsun ki (Müddessir 33)

Rabbim bizi gecenin müşfik kuşatıcılığından, tefekküründen, tevekkülünden, masumiyetinden mahrum kılmasın, göz kamaştırıcı kör edici aydınlıklarından korusun.

AMİN…