Bakmayın siz bugün İslâm coğrafyasının dağınık görüntüsüne. Birlik ruhunu yitirmediği günlere dönüldüğünde, nelere kadir olduğuna tarihi kayıtlar şahittir. Meseleyi sadece tarihin şahitliğine terk etmek de işte bize bugünlerin zeminini hazırladı. Fakat bize ait belirli bir bilinçle olmasa da kendi sorumluluğu gereği tarihin ve tarihçinin bu şahitliği son derece önemlidir. Zira bir gün krizi çözdüğümüzde farkına varacağımız bu kayıtlar bizi yeniden biz olmaya götürecektir.

Bir söz hatırlıyorum; “unutmak genç kalmaktır” diye. Bu söz ilk bakışta insanın hoşuna gitse de biraz derinine indiğinizde çok büyük kayboluşları ifade eder. Kim olduğunuzun ve nereden geldiğinizin bilgisi olmadığında “anlamlandırma dünyanız” da iflas eder. Gelenekçi toplumlarda bir taassup oluşmadığı sürece meseleleri hal yoluna koymak çok daha kolaydır.

Evet, bu gün neredeyse İslâm coğrafyasının her yerinde ayrı bir kriz var diyebiliriz. Fakat bu krizlerin varlığı bir daha asla birlik ve beraberliğe ve değerlere dönüşün olamayacağı anlamına gelmez. Bu noktada Karl Mannheim bize çok önemli bir umut sinyali verir şu cümlesiyle; ”Krizlerin dengelenmesinden sonra, reel, yoğun tarihsel-toplumsal güçlerin şiddeti ve baskısı yeniden etkin olmaktadır.” Bir gün mutlaka bir uyanış olacak ve biz de yeniden gerçek değerlerimizi hatırlayacağız.

Bizdeki durumu ifade etmeye çalıştıktan sonra bir de dünyanın diğer taraflarına bakalım. Acaba bugün galebe çalanların dünü neydi? Bu dünün izini Niccolo Machiavelli’nin Avrupa toplumları için söylediği şu sözün ardına düşerek yapalım isterseniz. O, Avrupa devletlerinin birçok küçük devletçikten meydana gelen parçalı yapısına işaret ederek, “fethetmek kolay yönetmek zordur” der. “İtalyan birliği”ni kendi ifade ettiği gerçekler sebebiyle savunan Machiavelli aslında Avrupa toplumlarının yeterli ekonomik koşulları sağlayamadıkları takdirde, buna eşlik edebilecek siyasi istikrarsızlıkları da eklediğinizde, üzerlerinde taşıdıkları ciddi risklere işaret eder.

Avrupa’nın yaşayabileceği yoksullaşmasının tetikleyebileceği bazı kırılma noktaları, olası riskler için önemlidir. Görünenin ötesine geçmek ve bu kırılmalar üzerinden bir ABD ve AB okuması yapmak çok farklı gerçekleri daha görünür yapacaktır.

Batı’nın bu zayıflıklarını da iyi biliyoruz. Otuz Yıl Savaşları sonrasında varılan Vestfalya Antlaşması öncesi koşullar bellidir ya da Almanya’nın üç yüzün üzerinde irili ufaklı devletçikten meydana gelmiş olduğu gerçeği; Otto von Bismark öncesi koşullar.

Fransa da bugün aynı riskleri taşımaktadır. Nitekim 13 bölgeli ülke bugünlerde Korsika Adası’yla ilgili olarak, tıpkı İspanya’nın Katalan krizine benzer bir kriz yaşıyor.

Ya İngiltere! O da her adında “birleşik” taşıyan yapıda olduğu gibi adıyla bile parçalılığını deklare eden ve dört bölgeden oluşan bir ülkedir.

ABD’ye geldiğinizde o da elli ülkeden müteşekkil, çok farklı ülkelerden gelmiş göçmenler tarafından kurulmuş olan ve bir “siyâhî” aşağılamasının hâlâ devam ettiği apartayt bir anlayış. 1776 öncesi koşullara döndüğünüzde riskleri daha iyi görebilirsiniz.

Bugünkü Rusya’da, Altın Orda Devleti’ne bağlı birçok Knezliğin 1549’da Moskova Knezliği etrafında, Türklere karşı birlemesiyle oluştu. Korkunç İvan lakaplı ilk çar öncesindeki parçalı yapı, zaman zaman kodlarını hatırlatacak zeminde sarsıntılar yaşadı.

En son bir “icat” daha var ki o da, “Avrupa Birliği”, onun da taşıdığı ciddi riskler var. Avrupa yoksullaşmayla birlikte bir gerçeği yaşamaya başladı bile. Biz bugün bunu “aşırı sağ” olarak yorumluyoruz. Fakat Avrupa bu süreci yönetemezse ilerleyen adımlar, tarihsel kırılmaları da tetikleme potansiyeli taşır.

İnanç parçalılığı yanında idari parçalılıkla da tehdit altında olan Batı, artık sömürme çağının ötesine geçerek, Doğu ile müzakere zemininde iletişim kurmak zorunda. “Yok!” saydığı, “aşağı” gördüğü günlere göre davranmanın doğuracağı enerji, Batı’nın işini, Doğu’da her adımda biraz daha zorlaştıracaktır.

Batı, en başta kendisi için bir iyilik yapmalı ve özüne dönme gayreti içerisinde uyanışa geçen Doğu ile uzlaşı yolları aramalıdır. Yani kendi geleceği için “aşağılama” ve “ötekileştirme”den vazgeçmelidir.

Benden erken erken söylemesi…