Yunanistan, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) ve Mısır liderleri Atina’da dokuzuncusu düzenlenen “Üçlü Zirvede” bir araya gelerek, artık kabak tadı veren Türkiye karşıtı “kutsal” bildiriyi, noktasına virgülüne dokunmadan yineleyip durdular.
Bildirinin özeti kısaca şöyle: Kıbrıs, Doğu Akdeniz ve Ege Denizi’ndeki tüm sorunların müsebbibi kesin bir şekilde Türkiye’dir. Yunan Başbakan Miçotakis ve Rum lider Anastasiadis yukarıdaki yargısız infazın ardından ekliyor: “Türkiye bölgede barışı tehdit eden, uluslararası hukuku bozan tek ülkedir.”
Anastasiadis kendinden emin bir şekilde biraz daha ürkütücü detay veriyor: “Türkiye sadece Kıbrıs’ta değil Suriye, Libya ve Irak’ta revizyonist politikalar izliyor. “Rum lider ardından dayanamayıp bombayı patlatıyor: “Erdoğan, Mavi Vatan siyasetiyle bölgeyi ve ötesini kontrol etmek istiyor.”
Üç lideri dinledikçe yüz yıl geriye gitmemek elde değil. İnsanın aklına Türkiye’ye dayatılan ve ülkenin Karadeniz dışındaki denizlerle bağlantısını ve ilişkisini tamamen kesen Sevr Antlaşması geliyor. O zamanın siyasi ve askeri güçleri de Avrupa başkentlerinde Türkiye’ye biçilen sınırları kabul ettirmek amacıyla Yunanlıların kullanılmasına taraftardı. Bugün de senaryo aynı!
İlginçtir, Atina yine Batılı devletlerin arasındaki güvenilmez ilişkinin bir piyonu olmak için çırpınıyor. Bu defa tarihten ders aldığını zannederek Arap devletlerinin desteğiyle Türkiye’nin karşısına daha büyük bir cephe oluşturma gayretinde. Bu nedenle bir taraftan siyasi ve askeri koalisyonlar arayışında diğer taraftan ise savaş bütçesini ve mühimmatını artırmanın peşinde. Maalesef yine hesabı tutturamayacak!
Gelelim meselenin özüne. Bugün Doğu Akdeniz, Ege ve Kıbrıs’ta Türkiye’ye bir mahkûmiyet hükmü verilmiştir. Türkiye’den istenen bu mahkûmiyet kararını harfiyen yerine getirmesi. Tıpkı Sevr Antlaşması’nda olduğu gibi Türkiye’ye, “gel, imzala ve git” diyorlar. Pazarlık yok, müzakere yok, varolma hakkı yok, eşitlik prensibi yok.
Türkiye ve Kıbrıs Türkleri bu adil ve eşit olmayan düzene itiraz edince, “saldırgan ve barış karşıtı” olmakla suçlanıyor. Atina ve Rum kesimin tek derdi, Ege’de, Doğu Akdeniz’de ve Kıbrıs’ta Türklere karşı ne pahasına olursa olsun kazanmak. Yani Türkleri mahkûm etmek! Bu amaç doğrultusunda yılmadan usanmadan iş birliği projeleri geliştiriyorlar.
Atina’nın ve ona destek veren ülkelerin öncelikle bazı hususları anlaması, bölgesel istikrar için iyi bir başlangıç olabilir. Birincisi, Türkiye bir kara devleti değildir. İkincisi, kapalı kapılar ardında çizilen deniz sınırlarına boyun eğecek veya teslim olacak bir ülke hiç değildir. Üçüncüsü, Türkiye’nin ve Kıbrıs Türklerinin egemenlik ve eşitlik hakları hasıraltı edilebilecek bir konu değildir.
Dördüncüsü, Doğu Akdeniz, Ege Denizi, Karadeniz, Asya-Pasifik, Basra Körfezi, Kuzey Afrika ve Kafkasya’da artan bir silahlanma söz konusuyken yalnızca Türkiye’yi barış bozucu bir ülke ilan etmek fevkalade önyargılı bir yaklaşımdır. Kaldı ki son yıllarda bölgesel silahlanmada Güney Kıbrıs, Mısır ve Yunanistan gibi atbaşı giden ülkelerin böyle bir suçlamada bulunması, zaten mütenakız bir durumdur.
Son olarak Atina ve destekçileri, Soğuk Savaş retoriğinden esinlenen bir yaklaşımla, Türkiye’yi “günah keçisi” ilan etme alışkanlığından vazgeçmeli ve ardından medeni ülkelere yakışır bir şekilde Türkiye’yle diplomasi masasına oturmalıdırlar.