Bu şiiri beş ay önce Belgrad Kalesi’nde Damat Ali Paşa’nın türbesini ziyaret edip Tuna’ya bakarken yayınlamıştım. Gazeteye Sırbistan’dan göndermiştim. Şimdi aylar sonra, mülteci cesetlerinin arasından yeni şeyler söylemek zor geliyor. Bir daha söylemek istiyorum şiirimi… Bir daha okumak istiyorum yüksek sesle… Bu çocuklar bizim öz çocuğumuz…

Yüzümün haritasını çizene

Göğsümü ezene bak..!

Ahmet, Mehmet, Muhammet…

Tarih ki yıllarca peşimde yürüdü

Ne oldu bana

İstanbul’un alnında hilal mi çürüdü

Mavi yeleli atların iziyim şimdi

Benime kan sıçratıyor her toynak

Çıldırt beni Kafkasya

Çıldırt beni Boşnak

Çıldırt beni Filistin

Çıldırt beni Bağdat

Her şeyin sebebi benim..

Çünkü;

Dans ettim

Modern dünya

Dönsün diye

Bankalar kurdum

Daha çok mermi

Daha çok bomba

Aşk yalaklarında

Mecnun vurdum

Leyla sattım

Dünya dediler; ne hoş

Tüket yavrum tüket

Dediler; hayat boş

Oysa;

Yüzlerce sene oldu unuttum

Başından puşisini

Sapanından taşını çaldım

Pembe yanağını bombalar yakan

Öksüz çocuk

Benim oğlumdu,

Unuttum

Daha adını sormadan

Kapıda alnından vurdum

Gemi mahzenlerinde

Çürüdü koktu cesetleri

Açık

Çıplak mülteci

Benim hemşerimdi

Unuttum

Evinizin direğiydim

Kapınızın sevinci

Bir asrı saadet adaleti

Buralara geldim ve sizi unuttum

Şimdi;

Hırpalamayın dudaklarınızı

Ayaklarınız büyümesin meydanlara

Aradığınız suçlu benim

Kardeşlerim;

Milyon kilometre kaçsam

Saklansam da içine

Taştan adamların

Kanınız peşimizden gelir

Tutar beni

Suçluyum

İstanbul’a asın beni

Suçluyum

Çocuklara sorun beni

Dengeler adına hep sustum

Suçluyum

Mazlumlar adına

Vurun, vurun beni