Yedi Haziran 2015 seçimleri ardından içine girdiğimiz belirsizliklerle dolu siyasi süreç, Türkiye’ye fenalıklar yapabilmek için pusuda bekleyen azgın çakalların iştahlarını kabartıp harekete geçmelerine neden olmuştu. PKK alelacele çözüm sürecinin bittiğini, eylemsizlik kararından vazgeçtiğini açıkladı ve bölgede görev yapan asker ve polise aşağılık yöntemlerle saldırıp şehit etmeye başladı. Sürecin devam edebilmesi için üzerinde ittifak edilen PKK silahlı militanlarının sınır dışına çıkması ve burada bulunan silahların da gömülüp üzerine beton dökülmesi, şartları yerine getirilmemesi ve PKK’lı teröristlerin alçakça katliamlara girişmesi karşısında, Cumhurbaşkanı Erdoğan, kameralar karşısına çıkarak çözüm sürecinin buzluğa kaldırıldığını ve silahlı kuvvetlerimizin geçmişte olmadığı kadar bir özveri ve kararlılıkla teröre son vermek üzere harekete geçeceklerini ilan etti. Terör örgütü Türkiye’nin siyasi zaafiyet yaşayacağını öngörmüş ve bu durumdan istifade etmek üzere harekete geçerek gerçek niyetini de faş etmişti. Suriye’deki kolları PYD-YPG gibi oluşumların İŞİD’le mücadele ettikleri gerekçesiyle ilginç olarak aynı anda hem ABD, hem Rusya hem de Esed tarafından desteklenmesi ve Suriye’nin kuzeyinde Türkiye sınırındaki bazı ilçelerde çeşitli kantonlar kurduklarını açıklamaları PKK’nın ve HDP’yi cahilane bir cesarete sürükleyip Türkiye sınırları içersindeki bazı ilçelerde de ‘’Özyönetim’’ adı altında işi özerklik ve hatta bağımsızlık ilanlarına kadar vardırmalarına neden oldu. Bu esnada insanlık katili Esed rejimini beş yıldır her türlü destekleyen Rusya’nın bir sabah fiili olarak Suriye’ye girip işgal ettiğini gördük ve anladık ki, Putin, Esed ve ABD’nin bu terör örgütlerini desteklemelerinin bariz bir nedeni varmış; Türkiye’yi sıkıntıya sokup bölgenin geleceğine dair işlerden uzak tutmak.

Aradan epey bir zaman geçti ve o dönemler Ankara’ya hâkim olan havanın biraz kasvetli olduğunu hatırlıyorum, herkesin kafası soru işaretleriyle doluydu. Bu temizlik işine girişilecekti ancak henüz muvakkaten bir hükümet vardı ve 1 Kasım acaba nasıl bir sonuca götürecekti ülkeyi. Aynı belirsizliğin devam etmesi durumunda ne olacaktı?

Ülke bir bataklığa mı dönüşecekti? Acaba bunlar Suriye konusunda gösterdiğimiz hassasiyet nedeniyle mi başımıza geliyordu? Çözüm süreci denilen şey esnasında bunca silah yığmalarına nasıl göz yumulmuştu? Devletin istihbaratı ne iş yapıyordu? Acaba doğudaki Kürt halkı ayaklanıp bağımsızlık ilan ederler miydi? Vs. Vs.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ‘’çözüm sürecini buzluğa kaldırdık’’ sözlerini sarf etmesi ve bir nevi ‘’savaş’’ ilan etmesi üzerinden geçen 8 ay sonrasına, yani bugüne baktığımızda gördüğümüz şey, Ankara’da o kasvetli havadan çok fazla bir eser kalmadığıdır. Ödemek zorunda kaldığımız onca bedele rağmen milli birlik duygumuz daha çok pekişmiş, yoğun terör bölgelerinde yaşayan milyonlarca vatandaşımız bazı sıkıntılara maruz kalmakla birlikte, yıllardır iradeleri üzerine koydukları ipotekle yaşamı kendilerine zehir eden PKK terörü belasından kurtulmak için bunu bir fırsat olarak değerlendirmişlerdir. Ayrıca devletlerine, milletlerine ve ülkelerine olan güven ve bağlılıklarını duruşlarıyla adeta tüm dünyanın gözüne sokmuşlardır. Bu esnada kendisini hala Kürt halkının temsilcisi olduğu paranoyasından kurtaramayan

HDP’nin defaatla yaptığı ayaklanma çağrılarının hiç biri karşılık bulmamış, Kürt halkı bu devletin vatandaşı olarak yaşama iradesini apaçık ortaya koymuştur.

Son dönemlerde çokça eleştirdik ya, acaba çözüm süreci hiç yaşanmamış olsaydı ve Kürt kökenli vatandaşlarımız hükümetin iyi ve kuşatıcı niyetini bizatihi görmemiş olsalardı, huzuru ve normal yaşamın tadını hissetmemiş olsalardı, devlete olan güven duyguları eskiden olduğu gibi yarım yamalak kalmış olsaydı, Kürt kökenli vatandaşlarımıza yapılan bu ayaklanma çağrıları, yüz binlerin Sur’a yürümesi projesi tutar mıydı tutmaz mıydı? Her türlü kaybımıza rağmen(ki bunun nedeni tamamıyla orada yaşayan sivil halkın zarar görmemesidir) teröristleri bölgeden temizlemek bu kadar kısa sürede mümkün olur muydu olmaz mıydı?

Olası eksik ve gedikleri nedeniyle bazen acımasızca eleştirilip yerden yere vurulsa da, kimi zaman ‘’hadi canım bu da olur mu’’ dedirtse de, Erdoğan ve AK Parti hükümetlerinin kritik adımlar atmak konusundaki cesaret ve haklılıkları enteresan bir şekilde aradan belirli bir zaman geçtikten sonra her kesim tarafından kabul ediliyor. Ancak gün itibariyle yapılan ve söylenenlere yönelik eleştiri ve karşıtlıklar, haklı haksız, doğru yanlış, mantıklı mantıksız kriterlerine tabi tutulmadan bir şekilde devam ediyor. İşin doğasında var bu, zira işin adı siyaset ve iktidar kavgasının yöntemi demokrasi.

Ankara Ajanda’sından şimdilik bu kadar. MHP’de yaşanan gelişmelerle ilgili değerlendirmelerim önümüzdeki haftaya kalacak gibi görünüyor. Ancak belli olmaz, hafta içi belli başlı bir makale konusu olarak da ele alabilirim…

Sağlıcakla ve mutlu kalın…