Tarih 23 Şubat 1997. Hürriyet gazetesi çok önemli bir haberi manşetine tam 9 sütun olarak taşımıştır: AMOKACHI’DEN DERS. Haberin spotunda ise “Beşiktaş’ın Nijeryalı yıldızı Amokachi, “İslam en güzel ama en istismar edilen din” diyerek Türkiye’deki din simsarlarına çok büyük bir ders verdi” ifadesi yazılıdır.
Spotun altında da Erbakan’ın eliyle gözlerini kapattığı bir fotoğraf vardır. Bu, burada biraz dinlensin.
Türkiye son 10-15 yılda çok değişti. Öyle ki, artık Türkiye’den bahsederken eski-yeni ayrımı yapmaya gerek görüyoruz çoğu kez. Ve kanaatimce eski Türkiye ile yenisini ayıran en temel çizgilerden birisi, seçilmişlerin hak ettikleri itibarı görmeye başlamalarıdır. Buna siyasete itibarın dönüşü diyebiliriz.
Siyaset kurumu güçlü ve itibarlı bir yapıda değilse sağlıklı bir demokrasiden asla söz edilemez. Bunun için de seçilmişlerin güçlü ve itibarlı olmaları gerekir. İşte hep bizim gözlerimizden uzak tutulmaya çalışılan esas ve gizemli gerçek budur.
Türkiye eskiden siyasetçilerin, ne iş dünyası ne de medya karşısında herhangi bir gücünün ya da itibarının olduğu, gazete manşetleriyle korku ve endişe pompalanarak hükümetlerin istenen hizaya getirildiği, “istenmeyen” bakanların istifa ettirildiği, hükümetlerin düşürüldüğü bir ülkeydi.
Merkez medya hemen her gün siyasetçilerin ne kadar üçkâğıtçı, ne kadar menfaatçi, ne kadar yeteneksiz olduklarına yönelik tezviratlar yapardı. Tabii ki özellikle de istenmeyen siyasetçiler için. Fakat, kesinlikle karıştırılmasın: Merkez medyanın asli görevi ve niyeti temel olarak “istenmeyen siyasetçileri” değil, “siyaset kurumunu” itibarsızlaştırmaktı. Bu bağlamda, siyasetçiler ile kim karşı karşıya gelirse gelsin, siyasetçilerin yanında pir-ü pak ve bilge görünürdü. Hatta, statükonun makbul siyasetçileri için de genel tavır ve yaklaşım hemen her fırsatta söz ve davranışlarla siyaset kurumunun ve kendilerinin itibarını ayaklar altına almaktı. Çünkü sisteme ilişkin görevleri genel manada buydu.
Hürriyet gazetesinin yaptığı o çok önemli Amokachi haberinden sonra dönemin ANAP Genel Sekreteri Yaşar Okuyan “Amokachi, Türkiye gerçeğini Erbakan ve RP’lilerden daha iyi görüyor” diyerek Amokachi’ye olan hayranlığını dile getiriyordu. Dönemin DYP Genel Başkan Yardımcısı Cihan Paçacı ise “Amokachi’nin görüşlerine katılıyorum” diyordu. CHP geri durur mu? Dönemin CHP Genel Sekreter Yardımcısı Eşref Erdem de “Umarım, RP ve temsilcileri gerekli dersi alırlar” diyerek Amokachi’nin tavsiyelerinin ne kadar feraset ve basiret dolu olduğunu gözler önüne seriyordu. Bu sistemde gerektiğinde bir futbolcu bile siyaset kurumundan ve siyasetçilerden çok daha bilge ve ferasetli olabiliyordu. Böylece Amokachi’den her siyasetçinin -makbul ve istenmeyen siyasetçilerin, evet her siyasetçinin- alacağı çok önemli dersler vardı.
Bu durum kesinlikle 28 Şubat’a özgü değildi. Daha sonraları yeri geldiğinde, Mesut Yılmaz da Bülent Ecevit de aynı muameleye maruz kaldılar. Bunlar da meselenin özel bir dönem ya da özel bir siyasetçiler grubu olmadığının çok açık bir göstergesidir. Gören gözler için… Mesele ne miadını çoktan doldurmuş olan “irtica”dır ne “otoriterlik” ne de “diktatörlük”tür. Mesele “beyaz Türkler ve onların ağababalarının” ulvi çıkarlarıdır. Bütün bu kavramlar da gözlere indirilmeye çalışılan perdelerdir.
Siyaset kurumunun itibarının olmaması demek açıkça demokrasinin işlemediği anlamına geliyordu. Zira siyasetçiler kanalıyla ülke yönetiminde söz sahibi olan geniş halk kitleleri bu şekilde çeşitli vasıtalarla siyasetçilerin ve dolayısıyla hükümetlerin itibarsızlaştırılması ve güçsüzleştirilmesi neticesinde devre dışı kalıyordu. Böylece meydan kime kalıyordu? Tahmin edebileceğiniz gibi meydan, beyaz Türklere ve onların ağababalarına kalıyordu.
Bu yüzden, nasıl seçim sandıkları bizim tercihimizi gösterdiği ve hakkımızı savunduğu için bizim için çok değerliyse, siyaset kurumu ve gerçek siyasetçiler de aynen ve aynı şekilde bizim için çok değerlidir.
AK Parti, siyaset kurumuna o çok önemli itibarını kazandırdığı için de halkımız tarafından bu kadar büyük bir teveccüh görüyor. Recep Tayyip Erdoğan’ın o beyaz Türkler ve onların ağababaları karşısında dik durması, o yüzden halkımızın bu kadar çok hoşuna gidiyor. Ve Türkiye’de unutulmuş bulunan bir hakikati lisan-ı hal ile gözler önüne seriyor: Siyasetçiler bizim temsilcilerimizdir ve onlar güçlü ve itibarlı olmalıdır. Başkanlık Sistemi’ne dönük tartışmaları bir de bu gözle okuyun. Mesele biraz daha netleşecektir.