Seyyid Kutub’un Yirminci Yüzyıl’ın ortasında gözlemlediği Amerika’yı anlatan hatıratı Beyan Yayınları’nın Arapça-Türkçe karşılaştırmalı risaleler dizisi arasında yayına hazırlandı. Mehmet Yaşar’ın “İnsanî Değerler Terazisinde Gördüğüm Amerika” başlığıyla Türkçeye çevirdiği esere yazdığı takdiminde Adnan Demircan, geçen yüzyıldan bugünün ABD’sini anlatan Seyyid Kutub ve eseri hakkında şu tespitleri yapmaktadır:

“İlim adamı olmasının yanı sıra Doğu’yu da Batı’yı da bilen bir düşünür ve aksiyon adamı olan Seyyid Kutub, Türkiye insanının da tanıdığı, kitaplarını okuduğu ve etkilendiği şahsiyetlerden birisidir. 1948-1950 yılları arasında ABD’de bulunduğu dönem, onun Batı toplumunun zihin kodlarını çözmesine imkân vermiştir. Seyyid Kutub, onu ABD’ye gönderenlerin beklentilerini boşa çıkarmış, Batı’ya hayran gözlerle bakmamış; bilakis ciddi bir kritiğe tâbi tutmuş; yer yer Doğu ile karşılaştırmalar da yaparak Batı’nın içine düştüğü çıkmaza işaret etmiştir.

Amerikan toplumuyla ilgili tespitlerine ABD’nin maddî gücü ile insanî değerlerin varlığı arasındaki tezada değinerek başlayan Kutub, manevî değerlerden oldukça yoksun olan Amerikan toplumunun maddî çıkarları önceleyen bir toplum olduğuna vurgu yapar. ABD’nin inşasında ilme dayanan ve sadece ona güvenen Amerikalı, yeni bir memleket inşa etmiştir. Olabildiğince zenginlik elde etmek, elindekinden daha fazlasına sahip olmak, Amerikalının hayat felsefesi olmuştur. ABD’ye ilk gelen Batılılar, bu hâlet-i rûhiye ile memleketlerini kurdular.

Seyyid Kutub’un ABD dönüşünde yayımlanan ‘el-İslâm ve Muşkiletu’l-Hadâre: İslâm ve Medeniyetin Problemi’ isimli kitabında da insanlığa medeniyetin zirvesi olarak sunulan Batı ve ABD eleştirisi yapmış ve onun yazdıkları, dönemin ABD hayranı Mısırlı aydınlar arasında şaşkınlıkla karşılanmıştır.

Seyyid Kutub’un altmış beş yıl önce yayımladığı gözlem ve tespitleri adeta bugün yazılmış gibi güncelliğini korumaktadır. Merhum Kutub, bir mümin ferasetiyle Batı medeniyetinin kalbi sayılan ABD’nin durumunu ortaya koyan hayatî gözlemlerde bulunmuştur.”

MEDENİ OLMANIN ÖLÇÜTÜNÜ DOĞRU KOYMAK

“İnsanlığın şahit olduğu uygarlıklardan hiçbirinin tüm değeri, ne insanın icat ettiği aletlerle, ne emre amade kıldığı güçle, ne de eliyle çıkardığı ürünle sınırlıdır. Bilakis bu uygarlıkların değerinin çoğu, insanın doğruyu aradığı kâinatın hakikatlerinde, hayatın biçim ve değerlerinde ve bu rehberliğin onun bilincine bıraktığı yükselmede, gönlünde bıraktığı ahlâkta ve hayatın değerleri üzerine derin düşünmededir.

İnsanın icat ettiği aletlere, emrine aldığı kuvvetlere, ürettiği eşyalara gelince; bunların insanî değerler ölçüsünde tek başına bir ağırlığı yoktur. Bilakis bunlar, başka bir temel değer için konulmuş bir işaretten ibarettir: Bu değer, insanlık unsurunun insanda ne denli yükseldiğinin, eşya ve hayvan âleminden de ne denli uzaklaştığının bilinmesidir. Yani, hayatı düşünme ve anlama hususunda insanî değerler sermayesine ne kadar zenginlik kattığıdır.”

AMERİKA’NIN İLERLEME YANINDA İLKELLİĞİN DE ZİRVESİ OLDUĞUNU GÖRMEK

“Amerika’nın tüm dehasının çalışma ve üretim alanlarında geliştiği ve toplandığı görülmektedir. Öyle ki geriye diğer insanî değer alanlarında üretim yapılabilecek bir şey bırakmamış, bu alanda hiçbir milletin ulaşamadığı seviyeye ulaşmış ve mucizevî işler başarmıştır. Ama insan, alet karşısında dengeyi muhafaza edemedi. Hattâ neredeyse kendisi alete dönüşecekti. Yorgun hayatın yükünü taşıyıp, insanlığın yolunda ilerlemeye güç yetiremediğinde, hayvanî arzuların taşıyıcısına yorgunluk çöktü. Hem iş yükünü hem de insan yükünü taşımada zayıflığa mahkûm oldu.

Amerikan toplumu bilgi ve çalışmada en zirveye ulaşmışken, bilinç ve davranış yönüyle ilkel kalmıştır. İlk beşeriyetin seviyelerinden kopamamıştır. Hattâ bilinç ve davranışları bir yönüyle ilkellikten bile geridir!”

AMERİKALILARDAKİ KİŞİLİK BOZUKLUĞUNUN SIRRINI KEŞFETMEK

“Grup grup, nesil nesil bu topraklara akın eden Amerikalıların ruhsal durumlarını unutmamamız gerekiyor. Bu durum, eski çağlarda hayata duyulan öfke ile gelenek ve prangalardan kurtulup özgürleşme arzusunu yansıtıyordu. Ve bu yapı, her türlü çaba ve araçla, ısrarla zenginliği ve malda en büyük paya sahip olmak için her türlü bedeli ödeme gayretini de barındırıyordu.

İlk akın edenlerin büyük çoğunluğunu oluşturduğu bu yeni çekirdek toplumun, içtimaî ve fikrî yapısını da unutmamak gerekir. Bu gruplar, maceraperest ve suçlulardan oluşmaktaydı. Maceraperestler; zengin öğrencilerle, eğlence ve maceralarla geldiler. Suçlular ise, üretim ve yapı çalışmaları için İngiltere İmparatorluğu’ndan getirildiler.

Amerikalılar tabiatı, ilim silahı ve beden gücüyle karşıladılar. Kuru bir zihin ve azgın bir duygu gücü dışında onları harekete geçiren bir şey olmadı. İlk insanların ruhunda açıldığı gibi onlara düşünce, ruh ve kalp pencereleri açılmadı. O ilk insanlar, bilim çağında o değerlerin çoğunu korudu ve bu değerleri de zamanla insanî değerler sermayesine kattı.

İnsanlık, iman pencerelerini din ile sanatı ve tüm manevi değerleri iman ile kapatmaya başladı, pratik bilgi, çalışma, lezzet hissi ve dünyalık arzular dışında onun canlılığı için bir şeyler yapan kimse kalmadı. İşte Amerika’nın dört yüz senedir geldiği nokta budur.”

İNSANİ DEĞERLERDE İLKELLİĞİN VE ŞİDDET DÜŞKÜNLÜĞÜNÜN SEBEPLERİNİ İRDELEMEK

“Amerikalı, bilgide bu denli ilerlemesine ve yoğun çalışmasına rağmen hayata ve diğer insanî değerlere karşı insanı dehşete düşürecek kadar ilkel görüşlüdür. Amerika’daki bu muhteşem endüstriyel medeniyet hayatı ile işleri ve hayatı kontrol eden sistematik düzenin yanında, ormanlarda ve mağaralarda yaşanan dönemleri hatırlatan davranış ve bilinçteki ilkellik arasındaki bu çelişkiyi anlamak yabancıları zor durumda bırakmaktadır.

Amerikalı, iş hayatı, maddi ve iktisadi ilişkileri hariç hem bireysel hayatında hem de ailevi ve toplumsal hayatında, her türlü maddi güce tutkulu olmasının yanında, değerleri, ilkeleri ve ahlâkı küçümsemesiyle de ilkel bir görünüme sahiptir.

Aynı şekilde kitleler, Amerikalıların sert yapısını yansıtan ve futbol ile hiçbir ilgisi olmayan Amerikan futbolu karşılaşmalarını seyrederken aynı ilkelliktedir! Zira bu oyunda her türlü vahşilik, şiddetle göğse vurma, kol ve dize zarar verme serbesttir. Kitleler, bu oyuna, boks maçlarına, vahşi, kanlı dövüşleri izlemeye odaklanmıştır. Bu görüntü, hayvanî coşkulardan gelen yıkıcı şiddete olan tutkudan ve spor kural ve usullerini umursamamaktan kaynaklanmaktadır. Zira sporun ilkeleri onları; akıtılan kanlar, kırılan uzuvlar ve destekledikleri takım için yaptıkları ‘kafasını ez, kemiklerini kır, ez onu…’ çığlıkları kadar etkilememektedir. Bu görüntü, şüphesiz ki, beden gücünü yücelten tutkulu duyguların ilkelliğini apaçık göstermektedir.

Amerika’nın barış sevgisi uydurmadır! Amerikalı, yapısı itibariyle savaşçıdır, kavga etmeyi sever. Savaş ve kavga düşüncesi, hem yapısında hem de davranışlarında baskındır. Bu durum, tarihiyle de uyumlu bir gerçekliktir. Zira Amerika’ya akın akın gelen ilk Amerikalılar, sömürme, kavga ve rekabet fikri için vatanlarından çıkmışlardı. Ardından bunlar, kendi aralarında cemaatler ve gruplar halinde birbirleriyle savaştılar. Sonrasında ise hep birlikte yerli halkla (Kızılderililer) savaştılar. Ve bu savaş onları yok etmek için hâlâ devam etmektedir. Ardından ise, Beyaz Anglo Saksonlar, Latin Amerikalılarla savaştı ve onları Güney ve Orta Amerika’ya kadar sürdü. Sonrasında, amansız bir savaşla George Washington’un komutasında, kökenlerinin dayandığı İngiltere ile savaştılar. Bu savaş, İngiliz Krallığına karşı bağımsızlıklarına kavuşana kadar devam etti… Amerika, Birinci Dünya Savaşı’na katılarak uzlet süreci siyasetini bitirdi. Sonra İkinci Dünya Savaşı’nın sorumluluğunu aldı. Şimdi de Kore’de savaşı üstlenmektedir. Üçüncü dünya savaşı da uzakta değildir. Bu durumda ben, tarihi savaşlarla dolu olan böyle bir halk için, ‘barışseverlik’ uydurmasının nasıl karşılık bulduğunu anlayamıyorum!”

ÖLÜM, DİN VE CİNSELLİK ALANINDAKİ İLKELLİKLERİNİ ORTAYA KOYMAK

“Amerikalı için maddi güç kutsaldır. Zayıflık, sebebi ne olursa olsun suçtur, hiçbir mazeretin geçerli olmadığı, iyilik ve dayanışmayı da hak etmeyen bir suçtur. Amerikalının vicdanında ilkeler ve haklar, karşılığı olmayan bir hikâyeden ibarettir, bunlar onu mutlu etmez. Güçlüysen, her şey senin içindir; zayıfsan, hiç kimse sana yardım etmez! Bu durumda, tüm genişliğine rağmen hayatta sana yer yoktur. Ölüye gelince, o zaten ölerek suç işlemiştir. Onun için hiçbir ilgi ve ihtiram söz konusu olamaz. O zaten ölmüştür!

Ölümün kutsallığı neredeyse fıtrî bir duygudur. Amerikalının gönlünde bu duyguyu silen onun ilkelliği değildir. Bilakis bunun sebebi, hayattaki karşılıklı vicdanî sevginin durgunluğu, ilişkilerdeki karşılıklı maddi çıkarlar, hayatın; bedenin istekleri ve dürtüleri üzerine kurulması, geçmişe ait kutsal bilinen her şeyi bilerek küçümsemesi ve insanların kabul ettikleri değerlere muhalefet isteğinden kaynaklanıyor.

Amerikalılar kadar kilise inşa eden yoktur. Öyle ki nüfusu on bini geçmeyen bir kasabada yirmiden fazla kilise saydım. Onlar kadar Pazar günleri, Noel kutlamaları ve Azizler yortusunda kiliseye giden kimse yoktur. Ama Amerikalı kadar dinî duygu, değer ve kutsiyetten uzak kimse de yoktur. Hiç kimse, Amerikalının düşünce tarzı, bilinci ve davranışları kadar dine uzak değildir.

Kilise yöneticisi, kendi işini bir tiyatro sahnesi yönetmeninden veya ticaret müdüründen farklı görmez. Zira her şeyden önce önemli olan başarıdır, araç önemli değildir. Bu başarı ona güzel sonuçlarla; mal ve şöhretle döner. Kilisesindeki katılımcı sayısı arttıkça kazancı da artar. Bu da memleketinde itibar ve nüfuzunun artması demektir. Zira Amerikalı, yapısı itibariyle büyüklük ve sayıdan etkilenir. İşte bunlar, onun duygu ve değerlendirme yetisini etkileyen ilk ölçütlerdir. Bu yüzden Amerikalılara göre amaca giden her yol mubahtır!

Amerikalı, gerek cinsel hayatında, gerekse aile ve evlilik ilişkilerinde de ilkeldir. Kadınlar erkeklere, sadece bedenlerinin arzuları için, tüm örtülerinden sıyrılmış, her türlü hayâdan soyutlanmış bir şekilde yönelmektedir. Erkekler kızları, beden ve kol güçleri oranında etkilemektedir. Koca, haklarını bu beden gücüyle kazanır. Şayet bir gün bu güçten mahrum kalırsa tüm Amerikalıların gözünde haklarını kaybeder.

Amerika’da cinsellik meselesi biyolojik bir mesele kabul edilir. Bu yüzden utanma ve çekinme (bashful) kelimeleri ayıp ve küçümsenen kelimeler halini almıştır. Cinsel ilişkiler, hayvan ilişkileri gibi tüm kayıtlardan uzaklaşmış durumdadır.”

İNSANLIĞIN BEKASI İÇİN AMERİKA’YA YANLIŞ KONUM BİÇMEKTEN KAÇINMAK

“Amerika’daki hiçbir şey sakin bir zihne işaret etmemektedir. Hayatı kolaylaştıracak tüm rahat vesilelere, güven veren emniyete, kolay ve rahat bir şekilde harcanan bol enerjilere rağmen bu böyledir.

Amerika’nın dünyadaki temel rolü, pratik ilmi araştırmalar, düzen ve güzelleştirme ile üretim ve idare alanlarındadır. Akla ve güce dayalı her şeyde Amerika’nın dehası ön plandadır. Ruh ve duyguya ihtiyaç duyulan alanlarda ise Amerikan ilkelliği görülmektedir.

Elbette insanlık, Amerika’nın kendi alanındaki dehasından istifade edip onun üzerine yeni unsurlar ekleyebilir. Fakat insanlık büyük hata yapmakta ve insanlığın sahip olduğu değerleri büyük bir tehlikeyle baş başa bırakmaktadır. Çünkü insanlık, Amerikan hayat tarzını ve bilincini kendine örnek almaktadır!…”

Kaynak:

Seyyid Kutub; İnsanî Değerler Terazisinde Gördüğüm Amerika, Çeviri: Mehmet Yaşar, Beyan Yayınları, İstanbul 2016. (Basım aşamasında).