“43 yaşındayım ve hayatımda hiç mutlu olamadım. Hep beni mutlu etmek için kimsenin bir şey yapmadığını düşündüm, oysa, kendi zihnimde olanı yapmalarını beklediğim için, onların yaptıklarını saymamışım. Çocukluğumda annem hiç mutlu olmaz sürekli şikâyet ederdi. Hep olumsuz olan ne varsa gündeme getirir ve kendisinin doğuştan kadersiz olduğunu, kimsenin kıymet bilmediğini ve iyi olanı kimsenin anlamadığını yıllardır söyler dururdu. Ben güldüğünü çok az gördüm. Hep dertli, üzgün, sitemli ve sürekli insanlardan ve içinde olduğu durumdan şikâyet ederdi. O anlayış, aynısıyla benim zihnimde kes yapıştır oldu sanki. Annem adeta, o ölse bile bu tarzı ben devam ettireyim benim zihnime yükledi. Babam ne yaptıysa yaranamadı, biz çocuklar ne yaptıysak beğendiremedik. Ailecek koro halinde gülmezler ailesi gibiydik. ‘Tebessüm etmeye, mutlu olmaya değecek hiçbir şey yok ki’ mantığındaydık hepimiz. Oysa işin rengi başkaymış, ben bunu yeni öğrendim.”

Okudukça, öğrendikçe anladım ki:

–  Bir çocuğun en büyük öğretmeni, anne babasından gördükleriymiş. Bunlar çocuğun hayatı boyunca zihninde konuşan bir sese ve sürekli gözlerinin önüne gelen bir fotoğrafa dönüşüyormuş.

-Karşılaştığımız sıkıntılar, kendimizi düzeltebilmemiz ve bana yansıyanlardan yola çıkarak, bundan sonra neyi yapmam ve neyi yapmamam gerektiği konusundaki Rabbimin hatırlatıcılarıymış.

-Çok alındıklarım aslında, benim kırılganlıklarımın röntgeni imiş, ben onları karşımdakinin bana karşı yaptığı kasıtlı davranışı gibi algılıyordum. Zihnimdeki anne sesi öyle söylüyordu. Ben alınmamayı öğreneyim diye, Rabbimin (c.c) bana doğru davranmayı aşılama süreciymiş. Bu gerçeği anlamam daha doğrusu bunu öğreten bilgiyle karşılaşmam da bu zamanın nasibiymiş.

– Allah’tan izinsiz bir şey olmazmış, her olanda bir hikmet varmış. Başımıza gelenler, ya elimizle yaptıklarımızın bedeli, yani bundan sonra aynı yanlışı yapmayalım diye ya da daha iyi olabilmemiz için eksiklerimizi görelim diyeymiş. Hülâsa, insan-ı kâmil olma zirvesine tırmanmanın ta kendisiymiş yaşadıklarımız.

– Eğer içimiz sakin değilse, dıştan sakin olunamıyormuş. İçimiz olumsuzluklar, dışımızdaki olumluları görmemize engel olan bir perde olabiliyormuş.

-Asıl kadersizlik başımıza gelenler değil, onlara yüklediğimiz anlam imiş. Onların bir hikmete ve mutlaka bizim faydamıza yönelik bir işlevleri olduğunu anlamadığımız içinmiş yükümüz ağır dememiz. Oysa yükümüz ağır değil, biz zayıfmışız. Bunlar, yük değil, aslında yük hafifleticilermiş.

-Güneşe gözlerini kapatan kendisini karanlıkta bırakırmış. Biz var olan güzellikleri göremedikçe, hep güneşe karşı gözlerimizi kapatmış gibi yaşamışız ne yazık ki.

–  Hayat aslında, her seferinde Allah’ın (cc) Esma’larının seyrettiği bir fotoğraf okuma sanatıymış. Biz ise annemin rehberliğinde her yaşananı kendimize eziyet edecek bir anlayışla ele almış ve kurban rolünü seve seve kabul etmişiz.

– Allah (cc) kimseye çekemeyeceği bir yükü vermezse, onu çekilemez hale getiren benim hem zayıf olmam hem de yanlış anlamam ise, o halde kendi elimle kendimi eziyet çekmeye mahkûm etmişim demektir. Biz yıllarca bunu yapmışız.

Bilgi, önümüzü görmemizi sağlayan ışıktır. Bilgisiz her yer zifiri karanlıktır ve doğruyu görme şansı yoktur. Anladım ki bu dünyadaki en hayırlı iş, önce doğru anlamaya ve doğru davranmaya sevk edecek bilgidir, vesselam.