“-Kim, bir cana karşılık veya yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaya karşılık olmaksızın (haksız yere) bir cana kıyarsa, bütün insanları öldürmüş gibi olur. Her kim de bir canı kurtarırsa, bütün insanları kurtarmış gibi olur.”

(5 Maide 32.) 

Memleketimizde yaşanan onca acının üzerine bir yenisi daha eklendi ki, gerçekten bu hepsini geçti. İnsan bunu nasıl yapar? Hele Müslüman! Bu vatanın evladı gûya… Onca cana nasıl kıyar?  Bu zulmün cevabını nasıl verecek Rabbine? Evet, bir de inandığını söylüyorsa. Aman Ya Rabbi! Acımasızca bir zalimlik bu. Anlatılması güç, yaşanılması büyük acı verici.

Ama “Allah nurunu tamamlayacak. Kâfirler istemese de.” (61 Saff 8)

Kur’an-ı Kerim’de kâfirlere zalim denir. Çünkü onlar, kendilerini de, kâinatı da yaratan Allah’u zü’l-Celâl’imizin ayetlerini inkâr etmektedirler. Böylelikle onlar, zulmün en büyüğünü işlemektedirler. Tabii ki bu zalimlerin hiçbir kurtuluş ümidi yoktur. Onlar için Mevlâmız şöyle buyurur:

“-Zalimlerin ne müşfik bir yakını, ne de (şefaati) dinlenebilecek bir aracısı yoktur.” (40 Mü’min 18.)

Biliniz ki kâfirlerin pek çoğundan, zulmün her çeşidi beklenebilir. Çünkü onları iyiye ve Hakk’a yöneltecek imanları yoktur. İnceleyeceğimiz konu onların zulmü değildir. Bizim ele alacağımız konu ise, mü’minlerin zulmetmesidir. Zira onun da hakka riayet etmemesi, zulümdür.

Bir hadis-i şerifte şöyle buyurulur:

“-Zulümden sakınınız. Zira zulüm, kıyamet günü (sahibini saran) karanlıklar (olacak)tır.” (Müslim, birr 56)

Zulüm, adaletin zıddı olarak bilinir. Zulmedenler, adalete riayet etmeyenlerdir. Mü’min adil olmak zorundadır. İmanına yakışan da budur. Cenab-ı Hakk da adaleti emredip, zulmü yasaklamıştır. İşte her Cuma hutbesinde dinlemiş olduğumuz ayet-i kerimede Rabbimiz, bakınız neleri emretmiş ve neleri yasaklamıştır:

“-Muhakkak ki Allah adaleti, iyiliği, akrabaya yardım etmeyi emreder; çirkin işleri, fenalık ve azgınlığı da yasaklar. O, düşünüp tutasınız diye size öğüt veriyor.” (16 Nahl 90.)

Kur’an-ı Kerim’in en çok hüküm ifade eden bu ayeti, hakikaten bir toplumun nizamını sağlayacak en güzel amiller olarak karşımıza çıkar. Onların yerleştiği ve uygulandığı bir milletin idaresi çok daha uyumlu ve insanları huzurlu olur. Zira;

Adalet ki; herkesin hakkını vermek, her şeyi Allah’ın emrettiği şekilde yerine getirmek. Bu mefhum tatbik edildiği zaman, kul haklarına da en iyi şekilde riayet edilmiş olunur.

İhsan ki; iyilikler ve hayırlar yapmak. Bunu uygulayan kişiler de, onlara muhatap olan kimseler de huzur bulur. Dolayısıyla toplumda saadet meydana gelir.

Akrabayı görüp gözetmenin önemi ise, hepimizin malumudur. Bundandır ki, zekât verirken bile önce, akrabalar arasındaki fakirlerden başlanır.

Bu üç hakikat, emredilenler olarak karşımıza çıkar. Ama görülüyor ki, konumuz olan kul haklarına riayetin ve zulümden kaçınmanın en önemli reçetesidir.

Bunların zıddı olan ve bir cemiyetin ya da milletin helakine sebep olan yasaklamalara gelince;

Fahşâ ki; yalanla, iftirayla işlenen suçlar ve zina gibi toplumu çökerten felaketlerdir. Kul hakkına tecavüz eden her türlü haksızlıklardır.

Münker ki; Şeriatın yasak kıldığı ama zaten aklın da uygun görmediği günahlardır.

Bağy ise; eline geçirdiği makam ve servetle insanlara zulmetmektir. Allah’ın koyduğu hadleri aşmaktır. Adaletin zıddı olarak açıklanan bağy’de, her türlü kötülük vardır. Cana, mala, ırz ve namusa kasıt vardır.

İşte bu zalimler hakkında Rabbimiz şöyle buyurur:

“-İçinizden kim zulmederse, ona büyük bir azap tattıracağız.” (25 Furkan 19.)

Allah (c.c)’ın koyduğu hükümler ve haklar dururken nefsinin istek ve arzusuyla hareket ederek hükmedenlerin hali ne olacak?

MÜ’MİN, MÜ’MİNİN KANINI DÖKEMEZ

Yukarıdan beri anlattıklarımız aslında, kul hakkının önemini bir hayli ortaya koymaktadır. Şüphesiz ki kulun en önemli hakkı can hakkıdır. Hak etmediği ve kendisine ceza veren şer’i bir mekanizma olmadığı halde bir cana kastetmek, kesinlikle haram kılınmıştır. Yani bir insanın öncelikle yaşama hakkı vardır. Bakınız bu konuda ayet-i kerime ne kadar açık ve ne kadar derinlemesine bir mana serdetmiştir:

“-Kim, bir cana karşılık veya yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaya karşılık olmaksızın (haksız yere) bir cana kıyarsa, bütün insanları öldürmüş gibi olur. Her kim de bir canı kurtarırsa, bütün insanları kurtarmış gibi olur.” (5 Maide 32.)

İşte İslâm’ın prensibi… Ne kadar muhteşem değil mi? Bir insanın ölümü, insanlığın ölümü, bir insanın kurtarılması ve ölümden korunması insanlığın kurtulması. “Ne yüce bir mefkûredir bu Ya Rab!” demekten kendimizi alamıyoruz.

İslâm bunu, sadece kendi inancını paylaşanlara değil, tebaası altında yaşayan herkes için der ve uygular. Zulme uğrayan fertler ve milletlerin hepsi için. İslâm’ın gerçekten tatbik edildiği güçlü bir toplumu görmek, keşke bize de nasip olsa.

Bugünün insanlığına bir bakınız kardeşlerim… İlim ve teknikte zirveye oturanların, yoksul milletlere yaptıklarına hele bir göz gezdiriniz. Menfaatleri uğruna neler yapabiliyorlar değil mi? Milletleri fakirleştirmek ve onları açlıkla teslim almak, o büyük canavarların yegâne prensibidir. Ekonomik ve politik savaşlarla. Ya sıcak savaşları? O da çok acımasız. Sivil insanların çektikleri acılara bakın! Hele onlar bir de Müslümansa… İslâm’ın savaştaki şefkat ve merhameti bile, onlara binlerce defa ders verici niteliktedir. Hz. Ebu Bekir (r.a.) Efendimizin, İslâm Ordusu komutanı olan Üsâme b. Zeyd (r.a.) e tavsiyeleri bakınız nelerdi:

“-Hıyanet etmeyiniz, eza etmeyiniz, haddi aşmayınız, kimsenin azasını kesmeyiniz. Çocukları, ihtiyarları, kadınları öldürmeyiniz. Hurma ağaçlarını kesip yakmayınız. Yemiş veren bir ağaca dokunmayınız. Deve, koyun, inek gibi hayvanları gıdadan başka bir maksat için kesmeyiniz. Yolda manastırlara çekilmiş insanlara rast geleceksiniz. Onları kendi hallerine bırakınız.”

İslâm’a haince saldıranların, bu tavsiye ve prensiplerden alacağı çok dersler vardır. Cenab-ı Hakk basiret versin. Zira güzel dinimiz, gayrimüslim de olsa beraber yaşadığı insanların canına, malına ve ırzına göz dikmeyi yasaklamıştır. Onların hakkını gasbetmeyi de, kul hakkı olarak saymıştır.

İnsanların yaşama hakkı vardır. Yani mü’min, mü’minin kanını dökemez. Buna ilâveten mal ve ırz da zikredilir. Efendimiz (s.a.v.) kul hakkının en bariz görüldüğü bu üç şey hakkında, Veda Hutbelerinde şöyle buyurmuşlardır:

“-Şüphesiz ki kanlarınız, mallarınız ve ırzlarınız birbirinize kesinlikle haramdır.” (Müslim, kasame 30.)

Canın azizliği ve korunması hususunda yine şöyle buyururlar:

“Kıyamet gününde insanlar arasında hükmü verilecek şeylerin ilki; kandır.” (Yani cana kasıtla ilgili konulardır.)  (Müslim, kasame 28 (1678).

İslâm’da hakikaten mü’minin canına ya da azalarına kasıt büyük günahlardan sayılmıştır. Bile bile bir mü’mini öldüren kişi, öldürülecektir. Ya da bilerek bir azaya kastedene, yine misilleme uygulanacaktır. Veya bunlar karşılığında zarar gören taraf, diyete de razı olabilir.

İşte Allah’ın (cc) bizlere gönderdiği hayat dini İslâm’ın, cana verdiği önem… Karşılığı ya ölüm veya diyet. İşte caydırıcı unsur. Üç beş kişiyi öldürüp de bir miktar hapiste yatan insan, bir de bakıyorsunuz ki dışarıda. Bu insanı ölümle mahkûm etseniz hemen “-Nerede insan hakları?” derler. Pekiyi o bir kişi, o üç beş kişiyi öldürürken insan hakları neredeydi? Onlar can taşımıyor muydu? Yoksa onların eşleri, yavruları yok muydu? Gözleri kanlı yaşlı anaları, eş ve yavruları kalmadı mı arkalarında? Hâlbuki mü’minlere saldıran o devletlere bir baksanız; nice çeşit işkencelerle dolu idamları mevcuttur. Ama kendilerine insan hakları (!) falan tesir eder mi hiç?

Nasipse yarın devam edeceğiz…