2 Kasım günü yine büyük bir şok yaşandı ülke genelinde; tıpkı 8 Haziran’daki gibi. Bu seferki şok 8 Haziran’dakinden farklıydı. Yine insanlar bu şoku günlerce üzerinden atamadı. AK Parti’nin yüzde 49.5 oyla tek başına güçlü bir iktidarını beklemeyen çoğu televizyon kanalı seçim sonuçlarını aktarırken zorlandı. AK Parti’ye oy verenler ise sindire sindire seçim sonuçlarını farklı televizyon kanallarından (mukayeseli olarak, hele ki AK Parti karşıtı olanları) ardı ardına sevinçle, şükrederek izledi.

Bu seçimi eskilerinden ayıran çok önemli hususlar vardı. Tarihte şerefle anılabilmek için şerh düşmenin gerekliliğini yazmıştım, seçimden bir gün önce. Seçmen çok farklı kesimleri ile buna cevap verdi ve 1 Kasım’da kimsenin beklemediği muhteşem bir tablo çıktı. İlerleyen zamanda ne kadar kritik bir eşiği aştığımız daha da belirginleşecek.

Değişik kesimlerin kendilerince farklı sebeplerle de olsa aynı noktada birleşmesi önemliydi. Şayet 1 Kasım seçimlerinde mevcut durumun dışında bir sonuç gerçekleşseydi daha gece yarısı dahi olmadan farklı şeyleri tartışıyor olacaktık. Öyle tahmin ediyorum ki Allah göstermesin iç savaş dâhil (ki, bir dergi zaten bununla ilgili hazırlıklarını yapmıştı) akla, hayale gelmeyecek senaryoları konuşuyor olacaktık.

Yabancı basın kuruluşlarının olanca hoyratlığı ile Türkiye’ye ayar vermeye çalışması işe yaramadı ve Türkiye’ye diz çöktürme gayretleri akamete uğradı. İçeride çok farklı (AK Parti ve Recep Tayyip Erdoğan karşıtlığında ortaklaşan) kesimlerin bir araya gelerek aynı menfaat düzleminde çabaları da işe yaramadı.

Yüce Mevlâ’ya sonsuz şükürler olsun ki sandıktan çıkan sonuçlar her tür olumsuz senaryoyu rafa kaldırdı. Bu iş burada bitti mi? Elbette hayır. Asıl iş bundan sonra başlıyor. Önümüzde göründüğünden de zor bir dönem var.

En önemli konu başlıklarından biri 1980 darbesini tamamen çöpe atacak “Yeni Anayasa”nın yapılması, bir diğeri de hali hazırda bile çok baş ağrıtan “RTÜK” meselesine bir çözüm bulunmasıdır. Diğer konu başlıkları ise AK Parti’nin seçim vaatlerini akılcı ve rasyonel bir biçimde bir hal yoluna koyması, huzur ve istikrar için gereken adımları duraksamadan atmaya devam etmesidir. Dünya genelinde ümmetin ve mazlumların sorunları da ihmal edilmemelidir.

2019 yılına dek seçimsiz bir ortam olacağını düşünürsek herkes kendi asli işine odaklanmalı, gündelik işlerini hakkıyla yerine getirmenin çabasını sergilemelidir. Siyasetçiler türlü sorunlar için kafa yorarak çözümler üretmeli, STK’lar, esnaf/tüccar kendi işine odaklanmalı, eğitimciler eğitim/öğretim işine hız vermeli vs. Ayrıca elini ovuşturarak şahsi çıkar beklentisi içinde olanlara fırsat verilmemesi, hakkaniyet çizgisinden zerre miktar uzaklaşılmaması da çok önemli.

Vatandaşın “bizi de bir dinleyen olmalı” düşüncesine cevap verecek mekanizmalar kurulmalı, olanlar da daha kapsamlı hale getirilmeli. Buna ister bir danışma meclisi deyin, ister istişare kurulları, uluorta söylenmeyecek eleştirileri gerektiğinde birebir dinlemeli, not etmeli ve çözüm için gerekli adımları atmalı. Bu klasik olarak “dostlar alışverişte görsün” tarzında kimsenin hazzetmediği protokol kurallarının uygulandığı “yasak savıcı” mekanizmalar şeklinde olmamalı.

Velhasıl durmanın/duraklamanın gerilemek anlamını taşıdığı bilinciyle yapılacak “çok iş” olduğu unutulmamalı. Şu an mevcut durumu kabullenmiş gibi görünen bazı kesimlerin, şer odaklarının asla boş durmayacağı da akıldan çıkarılmamalı. Gönlünüzden güzellikler eksik olmasın, dostça ve sevgi ile kalın.