Ankara siyasi kulislerinin bugünlerde çok hareketli olduğunu söylemek sanırım siyaset gündemini takip eden çevrelere hiç de şaşırtıcı gelmeyecektir. 2015 yılında yaşanan baş döndürücü seçimler süreci ardından ortaya çıkan yeni durum, AK Parti dahil tüm partilerde bir sindirim sorununa yol açtı. AK Parti son derece yüksek bir oyla 1 Kasım seçimlerinden zaferle çıkmış olmasına ve olağan kongresini geçtiğimiz Eylül ayında gerçekleştirmesine rağmen siyaset tarihinde eşine az rastlanabilecek şekilde Genel Başkanını değiştirmeye karar veren ilk parti oldu. Çok ilginç bir gelişme olmakla birlikte esasen Eylül kongresine hakim olan havadan ve MKYK listesini sarmalayan ruhtan her ne kadar Ahmet Davutoğlu yeniden Genel Başkan seçilmişse de o makamda iğreti olarak kalmasına izin verileceği açıkça anlaşılabiliyordu. Zannımca yaklaşık 1 yıllık Genel Başkanlık ve Başbakanlık dönemi birilerini mutlu etmeye yetmemişti. Her vesileyle partinin doğal lideri Cumhurbaşkanı Erdoğan’a bağlılığını ifade etmesine rağmen yeni kabinenin oluşumuna neredeyse hiç müdahale edememesi de bu tezimizi doğrular nitelikte. Açıkçası Davutoğlu’nun parti MKYK’sı tarafından tam anlamıyla güvensizlik beyanı ve artık git bildirgesi anlamına gelen, muhtemelen hiç kullanmadığı ve de kullanmaya zaten imkan bulamayacağı teşkilatlar üzerinde tasarrufta bulunma yetkisinin elinden alınması operasyonunu hiç beklemeden, neden daha önceki benzer tahkir edici süreçlerde partinin başından ayrılmadığı sorusu da sorulabilir. Birileri bu mezkur AK Parti kongresi esnasında Davutoğlu’nun rest çekip adaylıktan çekilmesi riskini ve problemli bir görüntüyle 1 Kasım seçimlerine girmeyi göze almıştı, ancak Davutoğlu ülkesinin ve partisinin böylesi bir durumda göreceği zararlara mani olmak adına yine ” nefsini” ayaklar altına almayı tercih etmişti diye düşünüyorum.

AK Partinin kuruluş tüzüğüne kalın harflerle yazdığı 3 dönem kuralının yol açabileceği sıkıntı ve arızaları daha önceleri defaatle kaleme almış ve siyaset kurumunun böylesi bir uygulamayı kaldıramayacağını haykırmış biri olarak geldiğimiz noktayı hayret ve ibretle izliyorum. 7 Haziranda neredeyse siyasetten tamamen düşme tehlikesi yaşayan ve 1 Kasımın himmetiyle yeniden can bulan etkili bir grubun inisiyatifine teslim edilmiş durumdadır AK Parti ve bu grup Ahmet Davutoğlu’nu her nedense bir türlü kanıksayıp kabullenememiştir. Ürettikleri ve bir heyulaya çevirdikleri tek ancak abartılı ”Hocanın adamları” söylemleri ve tezviratıyla sanki Davutoğlu başka bir davanın adamıymışçasına giriştikleri linç, içlerinde neler beslediklerini açıkça ortaya koymaya yetmiştir. Sağdan da, soldan da saysak  iki elin parmakları sayısını geçmeyen ve Hocanın siyaset dünyasına kazandırdığı kimi danışman kimi milletvekilinden bunca rahatsız olmanın mantığını ben bulamadım..Bilen varsa bana da desin mümkünse..

AK Parti’nin de artık bir polit bürosu vardır ve her türlü raconu onlar kesecekler gibi görünüyor. Sayın Cumhurbaşkanımız 3 dönem kuralıyla benim göremediğim şekilde belki de bunları iyi tanıdığından tasviye etmeye çalışmış ancak en nihayetinde bu arzusunu gerçekleştirememiştir, Allahu a’lem.  Bu vesileyle geçen yıl siyasetten düşme kabusu yaşayanların can havliyle ve keskin bir iradeyle partinin sahibi biziz pozisyonu aldıklarını görmek için çok da fazla bir çaba göstermeye gerek yok. Üstelik Cumhurbaşkanlığı seçimi öncesinde bu arkadaşların çoğu 3 dönem kuralının devamı yönünde oy kullanmışlardı, iyi mi…

Evvelki gün de gelişmelerden duyduğu sevinci gizlemeye çalışmak bir yana açıkça ızhar eden bir AK Partili milletvekili ” Davutoğlu doktora tezleri yazarken, biz kapı kapı dolaşıyorduk” buyurmuş. Sanırım elinde imkan olsa bu arkadaş partinin kapısına ”okumuşlar giremez” de yazar.

Burada meselenin isimler olmadığını doğru anlamak lazım, o gider bu gelir çok sıkıntı değildir. Ancak gücünü milletten alan bir hareketin ortaya çıkan durumlar karşısında eyleme geçmeden önce ma’şeri vicdanda ne türlü karşılıklar bulacağını çok iyi hesap etmesi bir zarurettir.

Rabbim Reis’e ve tüm milletimize kolaylıklar versin..

Selam ve duayla…