Kim ne derse desin, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan hala Türkiye’de siyasetin en önemli aktörüdür ve yıpratılsa da dünya siyasetinin özellikle de İslam coğrafyasının tartışmasız en karizmatik lideridir.
AK Parti’ye oy veren seçmenin büyük bir kısmının da oy verme nedenlerinin başında AK Parti’den önce Erdoğan’ın kişiliği gelir… Tokat’ta yaşanmış bir olay, siyaset sosyolojisi açısından bunun nasıl okunması gerektiğini bize ifade ediyor. Milletvekilleri köy köy dolaşır, yaşlı bir teyzeden AK Parti için oy ister. Teyze her istek karşısında “Vermem” diye tutturur. Milletvekili adayı tüm çabalarına sonuçsuz kalınca “Peki de teyze sen bize vermeyeceksin de kime vereceksin?” deyince, teyze “Ben Erdoğan’dan başkasına vermem” diye yapıştırıverir.
Seçim sonuçları üzerinden oluşan tablo ve sonrasındaki görüşmelere bakıldığında özellikle Erdoğan’ın da koalisyon şartlarından biriymiş gibi gösterilmeye çalışıldığına şahit oluyoruz. Yani Erdoğan’ın bulunduğu konum ve ağırlık, birileri tarafından dokunulur, sorgulanır hale getirilmeye çalışılıyor. Bu dokunulurluğu ve sorgulamayı sadece muhalefet değil AK Parti içerisinden bir kesim ve yine Erdoğan’a yakın gibi duran; ama gerçekte Erdoğan’ın çizdiği bazı kalemler de yapıyor. Bu bakımdan Sayın Cumhurbaşkanı’nın dün uçakta gazetecilere ifade ettiği, “Halkın yüzde 52 oyuyla seçilmiş bir Cumhurbaşkanı’nı tartışmayı halka saygısızlık olarak görürüm” cümlesini muhalefet kadar AK Parti içindekilerin anlaması de gerekiyor.
Erdoğan’ı yalnızlaştırma projesi seçim sürecinde alttan alta dillendirildi ve “Eğer Erdoğan sahaya inmeseydi biz 3 puan daha alırdık” söylemiyle nakış nakış işlendi. Çok açık ve net şekilde ifade etmek gerekir ki, AK Parti içinde kim Erdoğan’ı yalnızlaştırma projesine ışık yakar, alttan alta bu noktada çalışır ve medyada bunun için çaba harcarsa Erdoğan’dan önce taban onu yalnızlaştırır, onu kendi bünyesinden uzaklaştırır. Yanlış olanı eleştirmek başka bir şeydir, proje olarak bunun içinde yer almak başka bir şey. Bunun da farkına özellikle Erdoğan’ın yanında bulunanların dikkat etmesi gerekiyor.
Seçim sonuçları üzerinden AK Parti tabanı açık ve net olarak bize bir seçimin olması gerektiğini söylüyor. Seçmenin verdiği mesaj üzerinden, elbette koalisyon görüşmeleri yapılmalı, bir hükümet kurulmaya çalışılmalı; ama illa hükümet kurulacak diye de AK Parti kendi uzun yürüyüşünden asla ve asla vazgeçmemelidir. Sistem değişikliği, yeni Anayasa, Çözüm Süreci ve demokratikleşme adımları hız kesmeden, toplum ikna edilerek devam etmelidir. Bu bakımdan AK Parti kendi hatalarını gözden geçirecek, teşkilatları tekrar ayağa kaldıracak, eğilim yoklamalarına şimdiden başlayacak mekanizmayı da kurmak zorundadır.
AK Parti İstanbul başta olmak üzere birçok yerde seçim koordinasyon merkezlerini kapatmış değil ve Cumhurbaşkanı’nın deyimiyle bir tekrar seçimi göz ardı etmiyor. Bu bakımdan gerek son kamuoyu anketleri ve gerekse de ortaya çıkan tabloda bir tıkanıklığın oluşması sürecinde seçimin kapımızı çalacağına da hazırlıklı olmamız gerekiyor.
AK Parti kendi tabanının sesine daha iyi kulak vermeli, liste hatalarını gözden geçirmeli, “İslamcılar tasfiye edildi” şeklindeki söylemlerin kaynağına iyi bakmalı ve bir operasyon yememek için çok dikkatli davranmalıdır.
AK Parti’nin yiyeceği en büyük operasyon, sıradan bir siyasal parti haline dönüşmesi, İslam dünyası ile bağının koparılması, uzak hedefleri terk etmesi, kendi içerisindeki birlik ve beraberliğin zedelenmesi, daha da önemlisi Erdoğan’ın yalnızlığa doğru itilmesine makam, mevki ve cemaat çıkarı için siyaseten destek verilmesidir. Bu bağlamda AK Parti hiçbir cemaatin, grubun veya kişilerin kendi çıkarlarını öncelemek adına kazanımları yok sayacağı bir siyasi hareket değildir ve buna da asla izin verilmemelidir.
Bu seçimler için AK Parti kendi tabanına ısrarla kulak vermeli ve kendi değerlerine ters hiçbir koalisyon içerisinde yer almamalıdır. Demokratikleşme, çoğulculaşma, vesayetlerle mücadele, daha geniş istişare halkaları kurulmalı ve Türkiye asla ve asla yine Anadolu’ya hapsedilmemelidir. Anadolu’ya hapis meselesi; birilerinin iddia ettiği gibi “Emperyal ve Yeni Osmancılık” değil bir çekim merkezi haline gelebilmekle ilgilidir.