Türk tasavvuf düşüncesinin bel kemiğini melâmet oluşturur. Türkler İslamlaşma sürecini de bu meşrep üzerinden yaşadığı için Anadolu İslam’ı, hiçbir Müslüman toplumda görülmediği üzere daha duygulu ve aşka maildir. Her konuda rasyonel düşünmeyi ileri bir medeniyet düsturu saymaya başladıktan sonra Anadolu merkezli bu duygucu dindarlığımızın sakıncalarından da bahsetmeye başladık.

Melâmet, fütüvvet ve uhuvvet birbirinin yerine kullanılan kavramlardır. Bu üç kavram, kınayanların kınamasına aldırış etmeden, manevi egemenliklerin ve imtiyazlıların tersine aşkın, delice ve manevi yiğitliği öne çıkarır.

Gezginci dervişler, yüzlerce yıllık meslek tecrübelerini bünyesinde toplayarak Osmanlı’nın merkezi şehirlerinde önce seyyar sonra da yerleşik esnaflığın mimarı olarak tarihe mal olmuşlardır. Melâmet erleri, esasen alış-veriş ve maddi kazanç ile hiç ilgisi olmadan başlayan bu meslekliliğin zamanla kazandığı şöhreti iyi ki göremediler. Onlar hayatta kalabilmek üzere başladıkları al-ver oyununda işin bu kadar profesyonelleşeceğini nereden bileceklerdi.

Bu bakımdan kapitalizm öncesini de gören iktisat tarihçilerinin eleştirisine de hedef oldular. Yakın geçmişte iktisat tarihçileri Osmanlı’nın kapitalistleşememesinin önündeki engeller arasında melâmeti de saydılar. Osmanlı Devleti’nin Akdeniz ticaret yolunu kaybetmesi ile bir duraklama evresine girdiği ile birlikte tasavvuf düşüncesinin, özelde de melâmîliğin Osmanlı kapitalistleşmesine veya sanayi devrimine gidecek rasyonel atılıma engel olduğunu düşündüler.

Peştamalcı, bıçakçı, derici, kunduracı, berber, terzi, sünnetçi, dişçi gibi mesleklerden de anlaşılacağı üzere bu gezginci dervişliğin zaman içerisinde yerleşik esnaf teşkilatını oluşturduğu ve bu sınıfın fütüvvetname türü eserlerden anladığımıza göre meslek öğretimi ve özellikle de mesleklerin icrası bağlamında bir değerler dizgesi geliştirdiğini biliyoruz. Modern zamanlarda ticaret ahlakı ya da ticaret hukuku üzerinde bir denetim ve işletim sistemi olmak üzere yasal düzenlemeler biçiminde iyileştirmeler yapılmakta.

Belki konunun melâmet ve fütüvvet yanı unutuldu ve ahilik teşkilatı özelinde nostaljik bir esnaf düzeni olarak hatırlanmak istendi. Fakat yakın zamanda bazı kurumlar “ahilik yemini” adı altında, bir ticaret ahlakının normatif yaptırımını öneren uygulamalar içinde oldu. Geçtiğimiz hafta yasalaşma sürecine giren Ahilik Fonu ya da Ahilik Sandığı, 2 milyon esnafın işsizlik maaşını düzenleyen bir havuz sistemi.

Tasarıya göre esnaf fona aylık prim tutarı olarak 35 lira ile 266 lira arasında değişecek miktarlarda ödeme yapacak, devlet de Ahilik Sandığı’na her ay esnafın yatırdığının yarısı tutarında katkı sağlayacak. 2020 yılından itibaren sandıktan maaş alabilmek için iş yerini kapatmadan önceki son 120 gün kesintisiz çalışmış olmak ve 3 yıl sigortalı olmak gerekiyormuş. Son 3 yıl içinde 720 gün prim ödeyenlere işsiz kalınan dönemde 6 ay, 900 gün prim ödeyenlere 8 ay, bin 80 gün prim ödeyenlere ise 10 ay süreyle maaş ödemesi yapılacakmış.

Bu düzenleme ile gönül ister ki bu fondan yararlanabilmek için uhuvvet ve fütüvvet esasına göre, mesleğin icra süreçlerinde ticaret hukukuna ve ticaret ahlakına aykırı hareket edenlere dair de bir düzenleme eklensin. Ahilik öğretisine uygun düşecek biçimde, yaptığı yemine sadık kalmayanların, kasıtlı olarak hileli ve kusurlu ticari davranışlar içinde olanların; çalışanlarına, kamuya ve yasalara aykırı fiil ve davranışlar içinde olanların bir puanlama sistemi ile zaman zaman havuz dışına çıkarıldığı ya da olumlu ticaret sicilleri nedeniyle ödüllendirildiği bir düzenleme de olsun isteriz…