Yüce yaratıcı Cenab-ı Hakk Celle Celâlühü ve kulu…

Yaratan ve yaratılmış. Halık ve mahlûk…

Aradaki yakınlığı düşünebiliyor musunuz?

Şu irtibata bir bakın!

İşte O’dur, ona şah damarından daha yakın!

O’nu bir şeye karıştırmamak mümkün mü?

-Asla!

Zira O’nsuz bir hayat olamaz!

Hayatın ta kendisidir O!

Öyleyse kula düşen ne?

Sadece O’na itaat…

O’na itaati inkâr edenler, aslında kendilerini inkâr etmektedirler. Çünkü O’nsuz asla olamazlar. Böyle bir düşünce en büyük bedbahtlıktır. Kul, O’ndan gelmiş ve O’na gidecektir. Bunun başka bir yolu yoktur. Başka yol arayanlar, yolsuzluğa düşecektir.

Farkında mısın kendine yaptığının? Nasıl bir felâkete gittiğinin?

Gün olup pişman olacaksın… Ama neye yarar! Bugün O’nsuzsan, yarın da O’nsuz olacaksın!

Huzurunda duracaksın. Acep ne diyeceksin?

İnceden inceye bir hesap…

***

Varlık ve yokluk…

Tefekkür ve aklediş…

Geliş ve gidiş…

Hepsi birer âlem!

Ey insan!

Sen bu âlemlerin neresindesin!

O’na yakınlığın ne âlemde?

Günlük hesabını tutuyor musun?

Hepsi bir ağlayışa sebep…

Hani ne demiş Üstad;

“Yol O’nun, varlık O’nun, gerisi hep angarya!”

Gün olup çıkacak her şey ortaya…

Âh nefislerimiz âh! Günlük heveslerle bizi bize bırakmayan heveslerimiz… Tefekkürden uzak gündeliklerimiz…

***

Evet, nerede kaldı insan olma hakikatimiz… Ufukların ötesinde mi? Hak bu kadar bariz iken, niye göremiyor gözlerimiz? O’na varmak, O’nunla olmak, O’na yanmak… Sonunda Yusuf’unu bulan ama Yusuf’u unutan Züleyhalar misâli… Leyla’yı bulduğu halde Mevlâ’sına yanan Mecnunlar gibi…

Allah âşıklarının yanık yürekleri, asırlarca insanların yüreklerini dağlamışlar ve halâ dağlamaktadırlar. Neden acaba?

İşte o gerçek aşktan dolayı…

Bu aşka erenlere ne mutlu!