Hakikat…

Tek kelime…

Fakat bir köşe yazısına sığdırılamayacak kadar büyük bir anlam ifade eder ve içinde dünyaları barındırır.

Hakikat algımızın derinliğini ise kulluğun samimiyeti ölçüsünde sonsuz kudret eli belirler.

Bu yönüyle insanın hakikate olan ihtiyacı toprağın suya, bedenin cana ve en nihayetinde kulun Rabbine olan ihtiyacı kadar mübarek ve kutsal bir mana içerir.

Böyle olduğu içindir ki ilk yazımızda ele aldığımız insan-ı kâmil olmanın en güzel örneği olan zirvelerin zirvesi Gaye İnsan ve Ufuk Peygamber (sav) duasında “Ya Rabbi bize eşyanın hakikatini göster” şeklinde niyazda bulunmuştur.

Sıradan nesnelerin dahi içinde gizli olan hakikatin önündeki perdeler insanı hak arayışında en çok zora sokan meseledir.

Hele hakikatin imajla yer değiştirdiği bir çağda yaşıyorsanız. Ki hepimiz bugün böyle bir dünyada nefes alıp veriyoruz.

Bu da nazarı, en keskin kılıçtan daha keskin olmayı ve zifir karanlıkta ak sütün içindeki ak kılı fark edebilecek bir basirete sahip olmayı gerektiriyor. Çünkü sözüm ona modern dünya, bilinçli ve sistematik çabalarla hakikatin yerine git gide çeşitli imajlar ve sanal olanın ikame ve takviye edildiği kısır bir döngünün içinde…

Hakikatini kaybeden dünyada gündelik hayatın içindeki insanın çevresini televizyon, bilgisayar, tablet, cep telefonu ekranları ile billboard afişleri ve radyo frekanslarını dolduran havalı müzikler işgal ediyor.

Onun düşünmesine dahi fırsat vermeyen bunca profesyonel mühendislik ürünü arasında her şey insanoğlunun önüne hazır olarak geliyor.

Böylece tembellikten dem vurarak kendisine sunulanla yetinen ve bütün hepsini bir çırpıda tüketen insan, farkına varamadan tüketim toplumunun dişlilerinden birine dönüşebiliyor. (Bu konuya ayrıca yazmak gerekiyor.)

İnsan en çok gözüne ve kulağına çarpanlardan ibaret aslında…

Dış dünyanın ruhuna temas ettiği noktada aklını ve kabini dolduran düşünce ve hisler zamanla onun karakterini inşa ediyor. Hayat serüveni içinde düşünceler eyleme, eylemler alışkanlıklara ve alışkanlıklar da kişinin karakterine dönüşüyor.

Hal böyle olunca terazi bir kere şaşmaya görsün insan kendini bir başka âlemde istikametsiz ve çaresiz bulabiliyor.

Bir süre sonra kulluğunu haliyle hakikat arayışını akamete uğratan insan, kendini kültür endüstrisinin çöplüğünde üstü başı sözde ileri teknolojinin insanı kendine yabancılaştıran artıklarıyla kirlenmiş vaziyette buluyor.

Kaldı ki kirlenen sadece üstü başı değil aklı ve ruhu olunca vaziyet daha da içinden çıkılmaz bir hal alıyor. En nihayetinde ortaya muvazenesi yitik, hafızası kopuk, hayata bakışı tutarsız, dağarcığı tarumar ve iradesi yıkık bir insan profili çıkıyor.

Burada amacımız teknolojiye çamur atmak değil elbette…

Bilakis insanın hayatını kolaylaştıran ve mucizevî faydaların vasıtası haline gelen teknolojiye bulaşan çamurun, insanın yaşam kodlarına verdiği zarara dikkat çekmek sadece…

Basit bir örnekle bitirelim yazımızı… Billboard afişlerinde özel bilgisayar efektleri ve ustaca ışık oyunlarıyla kusursuz bir imaja dönüşen bir kadın, gerçeğine ne kadar yakın olabilir?

Veya şöyle soralım: köşe başlarındaki billboardların çerçevesinden gülümseyen o yüz, bir anne veya sadık bir eşin yerini doldurabilir mi?

Billboardlar bize hakikati haykırmaz… Aksine hakikatin yüzüne çektiği yalan perdesini gözümüze sokar sadece…

Ve’s Selam…