Bayramda Suriyeli yakınlarımızla gittiğimiz bir sayfiye yerinde tesadüfen Lüksemburglu bir gazeteciyle tanıştık. Tesadüfen dememin nedeni bizim çocukların bu sarışın bayanın yanındaki siyah renkli ve özgün kıvırcık saçlı bebeğe duydukları sempatik ilgi vesilesiyle bu tanışıklığın gerçekleşmiş olması. Tabi birazdan uzun boylu ve Afrikalı olduğu bariz baba çıkıp gelince işin gizemi de çözülmüş oluyor. Bu şirin mi şirin, tatlı mı tatlı ve Afrikalı genleri baskın bebek üzerinden başlayan iletişimimizin birazdan çok uzunca sürecek bir muhabbete dönüşebileceğini, yavrucağı eğlendirip,gülümsetebilmek için değişik sesler eşliğinde o garip hareketleri yaparken bilmemize imkan yoktu.

Nihayetinde bizim çocuklarla bu Kongo-Lüxemburg melezi bebek iyice kaynaşıp oyuna dalınca boşa çıkan ana-babasıyla bizlerin sohbet etmesi için de bir imkan doğuyor. Muhtemelen Fransızca konuştuklarını tahmin ettiğim bu çifte İngilizce olarak iletişim esnaflığının en vaz geçilmezi olan ”Nerelisiniz” sorusunu sormam ardından Türkiye tatilleri üzerine izlenimlerine ulaşan sohbet, eşimin ve Suriye’li yakınlarımız üzerinden önce Suriye konusunda ne denli kaygılı ve üzgün olduklarını hüzünle vurgulayacakları bir zemine ve ”ne iş yapıyorsunuz? ” kutsal sorusu sonrasında ise, verilen karşılıklı cevapların ”politik gazeteci” şeklinde örtüşmesi yerini tam anlamıyla bir ”Ortadoğu-Türkiye-Avrupa Bağlamında Olaylar ve ilişkiler Forumu”na doğru taşıyor. Hanımefendi, Lüxemburg’lu bir Tv programcısıymış ve şu an verdiği kartvizit yanımda olmadığı için adını hatırlayamayacağım bir gazetede köşe yazarlığı yaparmış. Bu güne değin biri Gazze tarafı, ikisi Batı Şeria olmak üzere üç kez Filistin’e gitmiş ve Ortadoğu’daki gelişmelere de ileri derecede hakimmiş. Çok enteresan bir kırılma noktası , bir kaç gündür bayram vesilesiyle ara verip özlediğim politik muhabbetlere yeniden geri dönmek ve uzunca zamandır içimde birikmiş İngilizce tartışma hasretini gidermek için önüme çıkan değerli bir fırsat bu…

Bir yandan gözlerim bir birlerinin dillerini hiç bilmedikleri halde en doğal lisan olan çocuklukla, büyüklerin utançlarla dolu ayrıştırıcı ve düşmanlaştırıcı dünyasına adeta meydan okurcasına kaynaşıp oynaşan farklı renk ve ırklardan çocukların sevincine odaklanırken, diğer yandan Lisa’nın Türkiye’nin doğusunda Kürtlerle yürütülen savaş şeklinde sorduğu sorunun yanlışlığını izah etmeye çalışmakla meşgulüm. Tabi öncelikle işe Türkiye’nin ulaştığı demokratik standartlardan, her şeyin artık rahatlıkla ve özgürce konuşabildiği bir ülkede, asker-sivil ayırt etmeksin kendileri gibi olmayan insanları vahşice öldürmek konusunda hiç bir sınır taşımayan PKK-PYD terörizminin yok edilmesinin zorunluluğundan ..vs..vs… Başka sorular, cevaplar… Sözlerimi doğru anladığından emin olmak için, farklı şekillerde yaptığım tekrarlar ve vurgular… Sohbet çok güzel akıyor, ikna olduğunu görmek ise anlatma şevkimi körüklüyor. Konu Suriye’ye geliyor, Esed’in devrilmesi konusunda ilkesel olarak fikirlerimiz örtüşüyor, detaylandırıyorum ve içerden biri olarak olup biteni çok daha iyi anlamalarını istiyorum.. Yaşanan vahşeti, dehşeti, zulmü ve ayaklar altına alınan insanlık onuru karşısında dünyanın zavallıca bir duyarsızlıkla bir ülkenin tüm insanlarıyla birlikte yakılışına seyirci kaldığı…. vs… Dinlerken, gizleyemediği mimik ve hareketlerinden üzüntülü çaresizliğinin farkına varıyorum…

Türk çayını sevmişler, semaverden bardaklara ikinci bir kez servis yaparken çocukların neşeli çığlıkları kulaklarımızı okşamaya devam ediyor.. Mültecilerin karşı karşıya kaldıkları zorlukları, hemen sahilinde bulunduğumuz denizin var oluş tarihi boyunca tanık olmadığı denli çok ölümlere yaş ve cinsiyet ayırmaksızın kucak açtığını, ufacık minicik bebecikleri dahi derin ıslak mezarlığına acımasızca gömdüğünden bahsediyoruz. Tümünü biliyor ve ses tonum bu esnalarda isyankar bir hiddetle dozajını artırırken, o gözlerinin dolmasını engelleyemiyor ve bakışları tüm çocukların ilgi odağı ve eğlence kaynağına dönüşen kendi yavrucuğuna doğru kayıyor, gayri ihtiyari ve benim dışımda kimse bunun farkında değil.

Akdeniz’in hafif esintisi sohbetimizi kendi açık sularına doğru sürüklerken Mavi Marmara’ya rastladığında masamızda umulmadık bir heyecana neden oluyor. Lisa aniden bir Mavi Marmara aktivistine dönüşüyor ve Avrupa’dan Mavi Marmara’da yer almış bilmem kaç kişiyi programlarında ne denli çokça konuk etmiş olduğunu coşkuyla anlatıyor. Çalıştığım gazetenin yayın yönetmenin ve bizlerin Mavi Marmara bağından bahsettiğimde ise, büyük bir sürprizle karşılaşmış olmanın verdiği şaşkınlık dolu sevinçle harika bir çığlık atıyor.. Sohbetle birlikte zaman da akıp gidiyor..

Çocukların biteviye enerjileriye sürdürdükleri koşuşturmalar yerini yavaş analarının eteklerine doğru yanaşmalara, çıkardıkları dünyaya değer sesler ise mızırdanmalara bırakıyor. Malum ihtiyaçlar piramidinin ilk basamaklarında hareketlilik var… Susayan, acıkan,tuvaleti ya da uykusu gelen çocukların, ihtiyaçlarının şiddetine mütenasib olarak büründükleri haller, aslında bu uzunca sohbetin birazdan sona ermek zorunda kalacağının öncü işaretleri. Tüm bu konuşmalar esnasında dikkatle bizi dinleyen ve ara sıra onaylamak ya da itiraz etmek için söze de giren Kongo’lu ve ancak Lüksemburg’da çocuk tiyatrosu yönetmenliği yapmakta olan Lisa’nın eşi Emi ,mutlu ve saygılı bir şekilde bu sohbetten ne denli müstefid olduğunu söyledikten sonra eşine ve bana dönüp; ”olayların gerçeklerini öğrenmek için birbirinizle dayanışma yapmalısınız bence” diyor ve bu fikir beğenimizi kazanıyor.

İrtibatta kalmak üzere adresleşerek birbirimize veda ederken, tarif edemediğimiz bir hazzın tüm atmosferi kuşattığını hissediyoruz… Ve tüm bu hikayeye neden olan Afrikalı geni baskın Lükemburglu kıvırcık siyah bebeği son kez mıncıklayarak severken,gözlerindeki mutluluğu görmeye doyulamayacığını anlıyorum..

Selam ve dua ile…