Rolünü oynamayı sürdürseydi, sürekli etrafına gülücükler atarak “her şeyin güzel olacağı” retoriğini yalan da olsa sürdürseydi, her şeyi, hatta  ülkeyi 23 yıl boyunca tek parti diktasıyla yöneten CHP iktidarının cürümlerini dahi unutabilirdik.

Unuturduk. Çünkü, AK Parti ve MHP’nin dayandığı geniş muhafazakar sağ kesimin en çabuk yaptığı şey unutmak. Daha dün başörtüsü yasaklarını yaşamış, kışlaların önünde aşağılanmış olmamıza rağmen karşımızdaki yapının “kin ve nefret”le örülü bir zihin yapısına sahip olduğunu bir çırpıda unutup, her şeyin değiştiğini zannetmedik mi?

Bize karşı gösterilen en küçük iltifatta geçmişi bir kalemde silip, bu özgürlük ortamını sağlayan iktidarın nasıl badireler atlattığını da çar-çabuk unuttuk.

Oysa onlar unutmuyor. Üstelik her gün çirkefliklerine bir yenisini ekliyorlar. İBB’nin yönetimine gelen kişinin “deprem toplantısına davet edilip, edilmediği” konusundaki tartışmaya bakın. İki gün süren toplantının birinci gününe katıldıktan sonra, ertesi gün üstelik tüm Türkiye’nin gündemi İstanbul depremi iken, Uğur Dündar ile birlikte Vefa Lisesi’ne sohbete gitmeyi tercih eden kişi, yalanlar ortaya saçıldığında ne yaptı?

Gündemi lüzumsuz yere meşgul ettiği için özür mü diledi? CHP’li vekil ve yazarların yalanlarından dolayı hicap mı duydu? Hayır.

DERDİ İŞ DEĞİL KAVGA

Bu yalana ortak olduğu için özür dileyen kendi taraftarı gazetecileri “zavallılıkla” suçladı. Neden mi? Çünkü görevi “iş yapmak” değil, “kavgayı büyütmek”. Öyle olmasaydı, İstanbul’a 40 gün boyunca cehennem hayatı yaşatan Gezi terörünün baş aktörlerini daire başkanı olarak atamazdı.

Evet. Bu tavırlar derdi vatan ve milletin refahı olması gerek siyasilere hiç yakışmıyor. Hatta bırakın temsil sorumluluğu olan kişilere, ortalama bir ahlak anlayışına sahip kişilere dahi yakışmaz. Fakat, sol militarizmin doğasında “kavga” vardır. Kavganın asil olması da  gerekmez. Her türlü çirkeflik amaca ulaşmak için yapılabilir.

Sırf, astıkları pankart birkaç dakika okunsun diye pankarta “bomba süsü vermek”, “sürekli yalan uydurarak korku ve güvensizlik hissi uyandırmaya çalışmak” sol düşüncenin doğasında vardır.

Onlar, terör eylemlerine, muhtıralara ve kanlı darbe girişimlerine rağmen yıkılmayan “iktidardan” ve iktidarı ayakta tutan “halktan” hesap sormaya azmetmiş durumdalar. Bitmek tükenmek bilmeyen bir nefrete sahip olsalar da, “kamplaşma”dan bizi sorumlu tutmaları da çok iyi bildikleri “kara propagandalarının” bir parçası.

Nasıl olsa muhafazakâr seçmen her şeyi unutur, değil mi?