Satır satır iz sürenler bilir, tez geçer öğrenirken vakit. Bir zamansızlık sancısı taşır “İkra” emrine muti olanlar. Şikâyet değil, serzeniş değil, sitem hiç değil, fakat “zaman/sızım!” diyerek inler. Zira bilir zamanın akarken insanın ruhunda bir sızı bıraktığını…
Hakikatin önünde perde olan alışkanlık girdabına sürüklenmeden, yanlışı doğru zannettiren kabullerin tuzağına düşmeden, Hakk ile teması kesmeden vakti kuşanmak zordur akledenler için.
Zira akledenlerin yoktur ezber ile iştigali… Onlar iyi bilir, ezber ile iştigal, işgal eder hakikatin yurdu kalpleri.
Mesela hurafeler sinsi bir düşman… Öyle postallarla, tanklarla, uçaksavarlarla kuşatmaz elbet imanlı neferleri. Sessiz ve sinsi bir işgalle çöker kalplerin, zihinlerin üzerine. Bu sebeple bilir “İlla Hu!” diyenler tefekkürün, ezber bozmanın formülü olduğunu. İşte böylesi ruhlar, fikredenlerden olmanın yoluna koyulur.
Zamanın şımarık cilvelerine dur diyerek, akletmenin, fikretmenin derdine düşmüş, zamanı, zaman/sızısı eylemiş olanların satırlara değdikçe gözleri, iyiye ve güzele dair ufku genişler de derinleşir gördükleri…
Öğrenmek emek, bilmek emek, bildiğini bildirmek emek, “İkra” emrine muti olmak ibadet!
Okumakla başlıyor hikayemiz, çünkü vahyi ve kevni olan hakikat ayetlerini başka türlü nasıl bilebiliriz!? Nasıl tefekkür ederiz?!
Başkaca cümleler kurmaktı muradım. Mesela, “Eğitim- Öğretim”den bahsedecektim. İmanlı bir nesilden başka çaremizin olmadığından söz edecektim.
Bazen böyle oluyor… Taze bir “Besmele” çekip kıymetli bir vazife olarak kabul ettiğim bu sayfayı yazmak için oturduğumda zihnim bildiğini okuyor. Sanırım yazanların, zihinleri zaman zaman böyle oyun bozuyor.
Madem sizlerle hasbihalimiz bu minvaldedir bu dem, öyleyse Merhum vatan şairimizin mısralarıyla hem ruhunu şad eylesem, hem kendi halimi izhar etsem:
“Bana sor sevgili kâri’, sana ben söyleyeyim,
Ne hüviyette şu karşında duran eş’ârım:
Bir yığın söz ki samîmiyyeti ancak hüneri;
Ne tasannu bilirim, çünkü, ne sanatkârım.
Şi’r için “gözyaşı” derler; onu bilmem, yalnız,
Aczimin giryesidir bence bütün âsârım!
Ağlarım, ağlâtmam; hissederim, söyleyemem;
Dili yok kalbimin, ondan ne kadar bîzârım!
Oku, şâyet sana bir hisli yürek lâzımsa;
Oku, zîrâ onu yazdım, iki söz yazdımsa.”
“İkra Bismi Rabbukellezi Halak! / Oku! Seni Yaratan Rabbinin adıyla!” desem, zamanı, zaman sızı/sı gibi taşıyanlara kalbi selamlarımı sunsam ve eklesem:
Zaman/sız(lığımıza) allu pullu bir kaftan giydirmek değil muradım. Zamanı, dinmeyen bir sızı kabul ederek “İkra” emrine muti olma gayretimizi tazeleyerek, “Doğu’dan Batı’ya, Kuzey’den Güney’e zamanı okuma” melekemizi pekiştirmek…
Nabzını tutmak yaşadığımız devrin. Tarihin tekerrüründen imtina ederek, her “zaman/sızım” dediğimizde hatırlamak içimizde bir yerlerde kök salmış “Bir için, birlik” olma sızımızı!
Biliyorum sizler de zamansızsınız ve zaman sızısını kuşanmış olanlarsınız. Biliyorum, bu sızı bir gün hepimizin kalbinde önce sancıya dönüşecek, sonra Muhammedî bir güneş doğuracak!