Türk-Yunan ilişkileri yeniden sancılı bir sürece girmek üzere. İki ülke arasında sorun oluşturan birçok meselenin şimdiye kadar çözülememesi, her geçen gün ilişkilerin yükünü daha da ağırlaştırıyor. Türkiye açısından en büyük sorun, Anadolu kıyılarına yakın mesafede bulunan ve idaresi Yunanistan’a ait olan adaların sürekli silahlandırılması.
İki ülkeyi bağlayan uluslararası antlaşmalara göre bu adaların silahsızlandırılması temel koşuldur. Son yıllarda baş gösteren bir başka sıkıntılı durum ise Yunanistan’ın Amerika ile birlikte Batı Trakya sınırını taarruz kapasitesi yüksek silahlarla tahkim etmesi.
Yunanistan ve Amerika’nın Anadolu’nun batısını çevreleyecek şekilde silahlanma faaliyetlerine hız vermesi, ister istemez Türkiye’yi daha karmaşık bir güvenlik ortamıyla karşı karşıya getiriyor. Her ne kadar Amerika Birleşik Devletleri, bu silahlanma faaliyetlerini Rusya’ya karşı alınan tedbirler olarak izah etmeye çalışsa da işin içerisinde Yunanistan’ın olmasından dolayı, Türkiye’nin bu gelişmelere şüpheyle yaklaşmasını makul karşılamak gerekiyor.
Bir defa, Batı Trakya’dan Girit’e uzanan hattın silah ve askerden arındırılarak Ege Denizi Barışı’nın korunması, Lozan Antlaşması ile Paris Antlaşması’nın esasını ve ruhunu teşkil eder. Fakat Yunanistan bu barış ortamını ya doğrudan kendi marifetiyle ya da bölgeyi üçüncü bir devlet eliyle silahlandırmak suretiyle tehlikeye sürüklüyor.
Türkiye’nin kuşkularının makul bir seviyeye gelmesinin bir nedeni de Miçotakis hükümetinin Fransa ile yapmış olduğu askeri ittifak antlaşmasıdır. Geçtiğimiz yıl imzalanan antlaşmayla her iki devlet, bir saldırı anında birbirlerine askeri yardım sözü vermişlerdi. Bu gelişmeler gösteriyor ki Atina hem askeri hem de siyasi olarak Türkiye’ye karşı ciddi bir hazırlık yürütüyor.
Tüm bunlara, Yunan Başbakan Miçotakis’in doğuda Suriye, Ermenistan ve PKK; güneyde Kıbrıs Rum Yönetimi; batıda Amerika ve Fransa ile kurduğu ilişkiler üzerinden Türkiye’ye karşı yürüttüğü askeri ve siyasi çevreleme politikalarını da eklemek icap ediyor.
İster hukuki isterse de jeopolitik zaviyeden yola çıkılsın, Türkiye’nin Yunanistan’a yönelik uyarılarının hem haklı hem de meşru zeminde ilerlediği hemen anlaşılabilir. Bu noktada Amerika’ya büyük bir sorumluluk düşüyor. Zira Türk-Yunan sorunlarını alevlendirerek bir taraftan NATO ittifakını tehlikeli sulara çekiyor diğer taraftan da transatlantik bağı zayıflatıyor.
Askeri açıdan düşünüldüğünde Yunanistan, Türkiye karşısında zayıf bir ülkedir. Tek başına Türkiye’ye saldırması veya kendi tezlerini Türkiye’ye dayatması pek olası değildir. Tersten bakıldığında Türkiye NATO’nun en güçlü müttefiklerinden biridir. Transatlantik ittifakın özgürlüğünün ve güvenliğinin sağlanmasında önemli vazifeler üstlenmiş bir ülkedir. Dolayısıyla Türkiye’yi İttifak’tan uzaklaştırmak gibi bir durum söz konusu olamaz. Benzer tespitler Yunanistan için de geçerlidir.
O halde Batılı müttefikler, Ukrayna Savaşı’nın devam ettiği bir ortamda, NATO’nun jeopolitik açıdan iki önemli müttefikinin karşı karşıya gelmesine neden müsaade ediyor? Bu konuda akla ilk önce şu iki olasılık geliyor. Birincisi, Türkiye’yi Suriye ve Libya gündeminden uzaklaştırmak. İkincisi ise dünya kamuoyunun ilgisini Rusya’dan Türkiye’ye yöneltmek.
Batılı devletlerin ve onların Ortadoğu’daki dostlarının Türkiye’nin Suriye ve Libya’daki varlığından, Asya ve Afrika ülkeleriyle tesis ettiği ilişkilerden ziyadesiyle rahatsızlık duyduğu çok iyi biliniyor. Bir başka ifadeyle, Türk dış politikasının ilgi alanının Türk-Yunan sorunlarının dışına taşmasını istemiyorlar.
Onlara göre Türkiye, Ermeni meselesi, Kıbrıs sorunu ve Ege Denizi uyuşmazlıkları gibi kısa vadede çözümü olmayan konularla meşgul olmalı ve bu konuların dışına çıkmamalı; öyle ki şeytan taşlamaktan tavaf etmeye fırsat bulamasın!