İnsanı sormalı diyorum. Onca harala gürele ve bütüncül bakış arasından sıyrılıp insana dönmeli diyorum. Ses boşlukta yankılanıp bana tekrar dönüyor. Sanki sesimize cevap verecek hiç insan kalmamış gibi… Derdimi anlatamadığımı ya da kimse tarafından anlaşılmak istenmediğimi düşünüyorum. Bunun adı bahsettikleri entelektüel yalnızlık değil. Algıların aklın önüne geçmesinden dolayı sınıflandırıp kategorize edip aidiyetler ve kimlikler üzerinden konuşuyor olmamız.

Şuncu deyince her şey bitiyor. Paranoyak oldu bütün taraflar. Güvensiz bir toplumda yaşamanın insanları polarize edeceğini hepimiz biliyoruz. Ama bir şey yapmıyoruz. Sanırım ülke üzerinde oynanan oyunlar ve basın işbirliği birçok konuda başarılı olamasa bile tam da bu bahsettiğim konuda derin izler bırakacak ve zor kapanacak bir yara açmayı başardı.

Derdim bu gün değil, bu ortamda yetişen bir sonraki nesilde genetik olarak bu yaranın yer alıp almayacağı, sokaklardaki yeni çocuklar bazen umutsuzluğa düşürüyor beni.

Suları ürperten bir akşamdı bakışlarınız

Korkulardan urbalar dikinmişdiniz

Şarkımızı bilmeyen yabancı kuşlardan

Haziran sarısı gülüşler bellemiştiniz

Ay ışığımızı vurdunuz sonra

Sonra kapılarını çarptınız yüzümüze hayatın

Bir kırbaç şakırtısından beterdi sözleriniz

Keşke gitmeseydiniz

Oku dedi büyük kitap, hayatı oku

Oku Allah’ın adıyla oku

Satır satır eksildik içinizden

Kulaklarınız büyüdükçe, kısaldı gölgemiz

Aynanız kırılınca

Oyluk kemiğimizi hayat sandınız

Keşke gitmeseydiniz

Yıldızların ağladığını öğrenmeseydi çocuklar

Toprakla sevişirdik

Toprak kokardı ellerimiz

Ekmeğimizi sıcaklığından tanırdı karıncalar

Biz karayağızlı namus işçileri

Kocaman ayaklarımız

Yağlı saçlarımız

Aşkı iyi bilen bir yüreğimiz vardı

Kefenimize işledik isminizi

Göğerdi dudaklarımız anmaktan

Keşke gitmeseydiniz

Kâtipler yazmadı arzuhalimizi

Adımız hasretti

Gurbetti gözleriniz

Boşuna değildi ciğerimizi verem edişimiz

Öperken iki kaşınızın ortasından

Sizi cennetten çok sevişimiz

Keşke gitmeseydiniz