Beklenildiği gibi Batı medyasının ekseriyetle “terör’’ olarak tanımlamadığı ve yumuşatıcı ifadelerle kamuoyuna sunduğu bir terörist saldırı yaşadık. Yeni Zelanda’da Cuma namazı çıkışı 50 Müslüman katledildi. Hem de sosyal medyadan canlı yayın yapılarak. ‘’Yaşadık’’ diyorum çünkü bu saldırı dünyanın öbür ucunda gerçekleştiyse de aslında bize yapılmış bir saldırıydı. İslam düşmanı faşist teröristin kullandığı silahlara kamuflaj deseni gibi işlenmiş tarihî atıflar ve saldırı öncesi yayınladığı tehdit dolu manifesto bunun en bariz delili. Yayınlanan bildiride Batı terörizminin tarihsel şuuru, öz gayesi ve kronik düşmanı net bir üslupla tanımlanıyor.
Güya manifestonun içinde yer alan, “To Turks’’ (Türklere) alt başlığıyla yazıya dökülen sözler bile başlı başına bize çok şey anlatıyor aslında. Aleni bir şekilde, düşman oldukları Türkiye’yi 1400 yıllık İslâm sancağının 1000 yıllık bayraktarı addediyorlar. Acıları hâlâ diri. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı açık bir dille hedef alıyorlar. İstanbul’u, Ayasofya’yı, Boğaz’ı net bir biçimde “geri alınacak, gerekirse yakılıp yıkılacak ve Hıristiyanlığa yeniden kazandırılacak’’ menzil olarak tanımlıyorlar. Bir de üstüne Türk milletinin yaşam alanını, harita sınırlarını çiziyorlar kendilerince.
Çoğul konuşmamın sebebi; katliamın kafayı sıyırmış faşist bir Hristiyan’ın bireysel şiddet eyleminden ibaret olmaması elbette. Nitekim Batı beslemeli DAEŞ terör örgütünün, mezkûr terörist saldırının hemen ardından, dünya genelinde destekçilerini kilise ve sinagoglara yönelik silahlı saldırıya çağırdığı iddia ediliyor. Bu, yap-boz parçalarının birleşmeye başladığını gösteriyor. Özetle, kaz gelecek yerden tavuk esirgemiyorlar. Büyük kitleleri, Batı terörizmini evrensel kamuoyu nezdinde onaylatacak yeni argümanlara hazırlıyorlar.
Klasik bir strateji tabii bu… Batı, çeşitli zihin mühendisliği kodlarını kullanarak, kendi eko-politik/ideolojik çıkarlarına yarayacak düşünce refleksleri inşa eder. Bu şekilde, Yeni Dünya lehine biçimlenen fiziksel ve ruhsal sömürü hamleleri toplumların zihninde meşrulaştırılır. Sonuç: Beyaz Batılı’nın Müslüman Doğu’yu medenileştirme iddiası. Yani, ‘’rıza imalatı’’ sürecinden geçmiş terör ve işgal.
Yeni Zelanda’da örneğini gördüğümüz gibi, Batı terörizmi, Türkiye’yi Müslüman milletler içinde en geniş nüfuz alanına sahip ülke görüyor. İşgal, sömürü ve soykırıma yönelik birincil hedefleri, İslam’ın hamisi olan ”Türkler”. Zira Türklüğü böyle tanımlıyorlar.
Ama gelgelelim, tüm bu gerçeklere rağmen, Yeni Zelanda’daki terörist saldırının orada katledilmiş Müslümanlar özelinde Türklere ve Türk devletine yapılmış bir saldırı olduğunu içimizdeki İrlandalılar’a anlatamıyoruz.
En basitinden, “Yayınlanan şu manifestoyu; Türk kelimesinin derin, kuşatıcı anlamını idrak edemeyip alerjik reaksiyon gösteren sözde ümmetçi gizli faşistlerin ve terörün Türkiye’deki demokratik propaganda organı olan Zillet İttifakı’nı yalayıp Müslüman geçinenlerin beyinlerine çivilemek lazım!’’ dediğimizde, muhafazakârından sekülerine bizi çıkarcılıkla, yalakalıkla, samimiyetsizlikle suçluyorlar. ‘’Yeni Zelanda’daki olayın Türkiye siyasetiyle ne ilgisi var” diyorlar.
Derler tabii… Türkiye siyaseti denen şeyin, bütün iç ve dış dinamikleriyle Türkiye siyasetinden ibaret olmadığını idrak edecek kadar şuurlu değiller. Yahut dışlanma fobisiyle yoğrulan korkak bir kişiliksizliğin esiri olmuş vaziyetteler. Veya düpedüz hainler.
Aslında her şey, insanın, Türkiye’yi zihninde ve kalbinde nereye koyduğuyla alakalı. Ne kadar kuşatıcı ne kadar derin düşündüğüyle ilgili. İşte o taalluka göre düşünce dünyanız şekilleniyor. O alakayla haysiyetli veya omurgasız oluyorsunuz. Ona göre, açıkça uluslararası ve bölgesel terör örgütleriyle iş birliği yapan bir siyasal ittifakın eleştirilmesi zorunuza gidiyor veya gitmiyor. Ona göre, Türkiye’ye demokrasi ve özgürlük kılıflarıyla yapılan post-modern saldırıların hepsine fasih bir üslupla destek olan rezil dayanışmayla kutuplaşıyor yahut kutuplaşmıyorsunuz. Ona göre, Yeni Zelanda’da numunesi yaşanmış Batı terörizminin keyfiyetini, Türk siyasetinin içinde şubeleşmiş temsilcileriyle bağdaştırmak işinize geliyor ya da gelmiyor.
Netice itibariyle…
Vakıalar arası fikir köprüleri kuramayan, kurmak istemeyen, kurmaktan çekinen insanlarla aynı havayı solumak ne acı! Gerçi günceli yüz yıl, bin yıl öncesiyle bağdaştıramayan yığınlardan; günceli güncelle alakalandırma basiretini beklemek dahi abesle iştigâl…
Ve Türkiye’de beka sorunu yok diyenlere, bunlara cilveleşen ezik muhafazakâr tavrına dert anlatmak çok uzaklarda kalmış bir hayâl…