İnsanlık için var olduğu andan itibaren “Eğitim” süreci başlamış oldu. Bu yönüyle bakıldığında aslında her an öğrenme halindeyiz ve var olduğumuz sürece de devam edecektir. Bu öğrenme ve gelişme arayışı günümüzde öğrenme sürecini planlayan “Eğitim Sistemleri” kalkınmanın, gelişmenin en etkili aracı olarak görülmektedir.
Ülkelerin gelişmişlik seviyesini belirlemede kullanılan ölçülerin başında o ülkenin sahip olduğu insan kaynağının niteliği gelmektir. Bu bakımdan “bilgi çağı” olarak da adlandırılan içinde bulunduğumuz çağda bütün ülkelerin önemle üzerinde durdukları temel konu “eğitim”dir.
Bilgi çağının insanına bilgi toplumu denilmektedir. Bilgi toplumunun temelini oluşturan eğitim sisteminde ki arayışlar çok önem kazanmıştır. Bilgi ve ileri teknoloji çağında, doğal olarak bir toplumun sahip olduğu eğitimin niteliği, o ülkenin gelişmişlik düzeyini belirleyen ölçüsü olmuştur. Günümüzde toplumların üstünlükleri bilim ve teknoloji alanındaki ulaştıkları düzeyler ile ölçülür. Eğitimde değişime kim ne kadar hızlı ayak uydurabilmişse o toplum önde olmuş ve dünyada onun sesi duyulmuştur. Teknolojinin yaşamımızda hızla yaygınlık kazanması ve artık onlarsız bir yaşam kurgulanamayacağı gerçekliği, değişimi kaçınılmaz hale getirmiştir.
Geçmiş yüzyıllarda sırasıyla tarımın ve sanayinin egemen olduğu ekonomilerde maddi unsurlar önem kazanmışken günümüzde bilginin egemenliği görülmektedir. En iyi stratejiyi takip edenler, bilgi üretme, pazarlama, tedarik vb. sistemlerini en iyi kuranlar ve entelektüel sermayeden en iyi yararlananlar rekabette öndedirler.
İşletmeler ve ülkeler için; insanların kas gücü değil, beyin gücü önemli konuma gelmiştir. Maddi sermayeden daha çok entelektüel sermayeye sahip olanlar söz sahibi olmaya başlamışlardır. Ekonomik yönden güçlü olan ülkelerin bilgi sektörlerinin toplam istihdamda yer aldıkları paylara baktığımızda bilgi sektörünün ve bilgi işçilerinin dünya platformunda ne kadar önemli bir konuma geldiği açıkça görülmektedir. Bu cümleden yola çıkarak gerek işletmelerin gerekse ülkelerin güçlü olabilmesi için yapması gereken iş hiç şüphesiz bilgi çağının gerektirdiği şekilde beyinleri yönetebilmek olacaktır.
Gelişmeyi hedefleyen organizasyonların, kurum-kuruluş ve/veya ülkelerin, BT- “Bilgi Toplumu” ve bilgi teknolojilerinin dinamizmini canlandırıcı “Yenilikçi Strateji” ye geçmeleri ve bu amaçla politikalar geliştirmeye yönelmeleri gerekmektedir. Eğer böyle yapılırsa önümüzdeki kısa ve orta vadeli hedeflerle şaşırtıcı ekonomik mucizelerin yaşanması, üçüncü dünyanın yoksul ve geri ülkelerinin bile kendilerini değiştirmesi, hızla büyüyen ekonomik güçler haline gelmeleri de mümkün olabilecektir.
Dünyada üretimden ekonomiye, politikadan iletişime tüm alanlarda yeni paradigmaların yerleşmeye başladığı günümüzde eğitim de dönüşüyor, değişiyor. Adeta eğitimin şifreleri yeniden kodlanıyor. Üretimden, tüketime, iş yapma şekillerinden günlük hayatın rutinlerine her şey değişiyor. Şu bir gerçek ki dünkü güneşle bugünkü çamaşırların kurutulamayacağı gibi,geleceğin bireylerini geçmiş yüzyılın eğitim anlayışıyla yetiştirmek de mümkün olmayacaktır. Nesillerimizi 21. yüzyılın koşullarına hazırlamamız gerekiyor. Ama nasıl?
Şu bir gerçektir ki gelecek vizyonu olmayan organizasyonlar yerinde saymaz, hep geri kalırlar. Dünyanın önde gelen kurum, kuruluş ve fikir öncüleri “21. yüzyıl için nasıl bir eğitim olmalıdır.” sorusuna cevap bulabilmek için çalışmaktadırlar. 21. yüzyıl becerilerinin neler olduğunu belirleyen ve eğitim sistemlerinin bu becerileri kazandırmak üzere nasıl düzenlenebileceğine ilişkin modeller önerebilmeliyiz. İçerisinde bulunduğumuz yüzyıl; araştırmalarını, bilgi, iletişim ve teknoloji ile bütünleştirme yolunda stratejik hedeflerini halkına benimsetebilmiş ve bunları azim ve kararlılıkla uygulamaya çalışan ülkelerin yüzyılı olacaktır…