İçinden geçmekte olduğumuz sürecin siyaseti de içine alan milli bir strateji üzerinden değerlendirilmesi gereği üzerinde bir mutabakat oluşmuş durumda.

Bu denli dönülmesi zor bir işbirliğini hazırlayan faktörleri de bu satırlarda yazmak doğru değil. Bu risk ya da fedakârlığı tarih hafızasında yaşatacak ve birgün tüm çıplaklığı ile konuşulacak.

Bu kritik süreçte, 80 darbesi mahsulü YÖK Kanunu da gözardı edilmeyecektir.

YÖK Kanunu Türkiye’de en çok eleştirilen konuların başında yer aldı. En son AK Parti iktidarlarında YÖK’ün bizzat içinde olduğu bir taslak hazırlandı. Çok kapsamlı bir istişare ve katkı sürecinden sonra nihai bir tasarı boyutuna geldi ve 2013 sonlarında gün yüzüne çıktı.

YÖK 2015 sonunda; çeşitlilik, performans değerlendirilmesi, rekabet, kalite güvencesi gibi evrensel kavramların oluşturduğu bir zeminde gerçekleştirilecek YÖK Kanunu son kez gözden geçirildi.

En son bu yılın ocak ayında YÖK Başkanı Prof. Dr. Yekta Saraç, Reformların Koordinasyonu ve İzlenmesi Kurulu’na bir sunum yaptı. Bu sunumda ilkesel kriterler üzerinde duruldu ama bir tasarıdan da söz edilmedi.

İlginçtir ki bu denli ilkesel değerlendirmelere rağmen YÖK Yasa Tasarısı deyince akla rektörlerin ataması gelir.

1981 tarihli yasada, üniversitelerde yapılan rektörlük seçiminde en çok oy alan altı aday YÖK’e bildiriliyor, YÖK’ün belirlediği üç ismin Cumhurbaşkanı’nın onayına sunulmasının ardından Cumhurbaşkanı kendisine sunulan üç adaydan birini rektör olarak atıyordu.

4 Şubat 2016 da internete düşen son taslakta rektör, kadrolu profesörler arasından bir defa ile sınırlı olmak üzere 5 yıl için seçiliyor, seçimde ilk iki adaydan birisinin cumhurbaşkanı tarafından atanması öngörülüyor.

15 Temmuz darbe girişimi sonrası müzakere edilen torba yasa tasarısı, devlet üniversitelerinde rektörlerin YÖK tarafından önerilmesini, profesör olarak en az üç yıl görev yapmış üç aday arasından cumhurbaşkanının seçim yapmasını önermekteydi.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, 18 Ekim 2016’da Yükseköğretim Akademik Yılı Açılış Töreni’nde konuya yine rektör atamaları bağlamında değindi ve son noktayı koydu. Sayın Erdoğan’a göre: “Görünüşte demokratik olan rektörlük seçimleri üniversitelerde gruplaşmaları, hizipleşmeleri, kırgınlıkları artıran bir işleve bürünmüştür. Üniversite içinde zaten çok yıkıcı bir şekilde yaşanan bu süreç YÖK’ün ve Cumhurbaşkanı’nın takdiriyle daha da sıkıntılı bir boyut almakta.”

Sayın Cumhurbaşkanı’nın belirttiği gibi, doğası gereği hasar bırakan seçim süreçleri “YÖK’ün ve Cumhurbaşkanı’nın takdiriyle daha da sıkıntılı bir boyut almaktadır.” Fakat, eğer torba yasa önersindeki, “Devlet üniversitelerinde rektörlerin YÖK tarafından önerilmesi, profesör olarak en az üç yıl görev yapmış üç aday arasından Cumhurbaşkanı’nın seçim yapması” şeklinde bir düzenleme hayata geçerse Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın belirttiği sıkıntılar ortadan kalkacak mı bilmiyoruz.

Üniversiteler içinde pek çok bilim ve sanat dallarını yaşatan naif kurumlardır. İçinden geçtiğimiz süreç ve ülkemizin tarihsel konumu güvenlik odaklı bir yönetim anlayışını zorunlu kılsa da bu sıkıntıların üstesinden birliktelik, dayanışma, şeffaflık, katılımcılık ve fedakarlıklarla gelmeye çalışacağız. AK Parti ve MHP’nin kalıcı hale getireceği bir anayasa değişikliği, yükseköğretimin planlanması bakımından da önem arz etmektedir. Rektörleri kimin seçtiği ya da atadığından çok daha önemli olan bu kurumlarda yetişen nesillerin gelecek yüzyıllara hazırlanmasıdır…