“Güneşin kara bulutlarda boğulduğu, yağmurun boşalmak için gök gürültüsünün patlamasını beklediği bir Cuma vaktiydi. Aksaray mevkiinde metruk halde bulunan Hacı Mustafa Efendi Cami’nin önünden geçiyordum. Caminin harap olmuş minaresinden, duyanları mest eden bir nihavent ezan işittim. Evvel emirde müezzinin sesi oldukça kuvvetliydi. Lâkin garb ve şimal cihetlerinden gelen çan sesleri, müezzinin sesini bastırdı. Ezan sesine kadar mutedil esen rüzgâr, ezanla beraber şiddetini arttırdı. O kadar ki, yüzümdeki örtüyü alıp götürecek zannettim. Sonra kulakları sağır eden bir patlama ile gök gürledi. Yağmur damlaları toprağı dövmeye başladı. Rüzgâr, fırtınaya dönmüş; çan sesleri rüzgârla beraber azalacağına daha da artmıştı. Cuma namazı için toplanmış olan cemaat, sığınacak bir yer aramanın telaşı ile sağa sola koşuşuyordu. Fırtınanın ıslıkları, damların oluklarından akan yağmur suyunun şırıltıları, gök gürültüsü, artan ve bir türlü sonu gelmeyen çan sesleri, gittikçe azalan ve kaybolmaya yüz tutmuş ezan sesi, karanlık bulutların verdiği kasvet… Tam bir kâbustu.”
Konuşmasına ara verdi. Gördüklerini hatırlayınca tekrar korkuya kapılmış, dili damağı kurumuştu. Siyah çarşafının aralığından beyaz ellerini çıkarıp bir bardak su almaya çalıştı. Elleri terlemiş ve hafiften titremekteydi. Bardağı peçesinin altına götürüp birkaç yudum su içince biraz rahatladı. Sonra anlatmaya devam etti:
“Ama sonra hayret veren bir şey oldu. Metruk caminin avlusunun bulunduğu arazide, belki yüzlerce fidanın sürgün verdiğini gördüm. Fidanlar yeşeriyor, biraz boylanıyor, lâkin rüzgârın şiddetiyle kuruyup yere düşüyordu. Sığındığım duvarın altından çıktım. Çamur deryasına dönmüş yoldan geçerek fidanların olduğu yere vardım. Bastığım zemin ayaklarımın altından kayıp gidiyordu. “Besmele” çekip kollarımı sıvadım. Toprağa diz çöküp, ellerimle her bir fidan için küçük kanallar kazdım. Kanallar yağmur suyuyla dolup fidanların yanık bedenlerinin köklerine ulaştı. Sonrasında gördüklerim karşısında, dehşete kapıldım ve donup kaldım.
Kanalların getirdiği sulara kavuşan fidanlar yeşeriyor, bir saniyede bir senelik boy atıyor ve gövdeleri kalınlaşıyordu. Birkaç dakika içinde etrafımda yüzlerce, belki binlerce genç çınar ağacı kök saldı. Ağaçlar büyüdükçe dalları ve yaprakları çoğalıyor, gövdeleri kalınlaşıp kökleri zemini daha bir sağlamlaştırıyordu. Dallar birbiri içine giriyor ve yeşil bir duvar her tarafı kuşatıyordu. Bu yeşil duvar, rüzgârın tesirini azalttı. Islıkları kesilen fırtına, yerini hafif bir esintiye bıraktı. Garbın afakından gelen çan sesleri hafifledi. Müezzinin nihâvend ezanı tekrar işitildi. Ezanı duyan cemaat, sığındıkları kuytulardan çıkıp metruk camiye yöneldi. Kubbesi çökmüş, duvarları yıkılmış, kapı ve pencereleri yanmış mâbed; gencinden ihtiyarına yüzlerce Müslümanla dolup taştı. İmam, merdivenleri kırılmış minbere çıktı. Allah’a hamdü senâ ettikten sonra bana doğru baktı. Şehâdet parmağı ile beni işaret ederek cemaate seslendi:
“-Muhterem cemaat, bugün bu camide, Yüce Mevla’ya secde edeceksek, şurada duran mübarek hatun sayesinde olacaktır. Bundan sebep, dualarınızda bu hatuna da yer ayırın ve ona yapılan dualara âmin deyin!”
İmamın bu sözleri üzerine tüm gözler bana çevrildi. İmam, tok bir ses tonu ile bana dualar okuyor, yüzlerce mümin hep bir ağızdan bu dualara “Âmin!” diyordu. Cemaatin âmin sesleri, yıkık kubbeyi aşıp kulaklarımda yankılanıyordu. Kalbim yerinden çıkacakmış gibi oldum. Ağaçların yapraklarından süzülen yağmur damlaları yüzüme düşüyor, gözlerimde biriken nemle birleşip, kemiği sızlayan burnumdan aşağıya akıyordu. O an aklıma gelen ilk şeyi yaptım. Kıble cihetine dönüp secdeye vardım. Alnım ıslak toprağa değince yüreğimin derinliklerinde bir sıcaklık hissettim. “Sübhâne Rabbiye’l A’lâ” deyip Allah’ı tesbih ettim.”
Az önce terleyen ve titreyen elleri normale dönmüştü. Nemlenen gözlerini, elindeki ipek mendiliyle sildi. Kenarları sedeflerle süslenmiş ceviz kafesin arkasında, kendisini dinleyen Şeyhülislam’a seslendi:
“Hasan Fehmi Efendi, size zahmet vermeme sebep, gördüğüm bu rüyadır. Size anlattığım bu rüyamın tabiri nedir? Nasıl tevil edilir?”
Valide Sultan’ın anlattıklarını dinlerken, başı öne eğilmiş ve derin düşüncelere dalmış olan Şeyhülislam Hasan Fehmi Efendi, başını doğrulttu. Pencereden içeri dolan güneş huzmeleriyle ışıldayan beyaz sarığı, yaşının kemâlini ele veren aksakalları, üzerine giydiği göz alıcı kaftan; sahip olduğu kudreti ve o kudreti dizginleyen ilmini gösterir gibiydi. Elleriyle aksakallarını sıvazladı ve yorgun bir ses tonuyla söze başladı:
“-Valide Sultanım, evvela gördüğünüz rüyanın hayırlara vesile olmasını niyaz ederim. Devlet-i Osmanî’nin içinde bulunduğu ahval bellidir. Hariçte ve memleket dâhilinde milletin aleyhine çalışan zümrelerin varlığı malumdur. Allahualem, rüyanızda görmüş olduğunuz o dehşet manzarası ve o kasvetli hal, memleketin vaziyetini anlatıyor. Esen fırtına, gök gürültüsü, ezanı boğmaya çalışan çan sesleri; ehl-i salîbi ve dâhildeki destekçilerini temsil ediyor. Rüyanızın sonuna doğru; çanları susturan, fırtınayı dindiren, ezanın sesini tekrar yükselten ve müminleri mabette secdeye götüren çınar ağaçları ise; bu milletin ümit bağladığı imanlı nesiller olsa gerektir.
Gördüğünüz rüyanın yerini de hesaba kattığımızda, benim çıkardığım netice şudur: Metruk ve yıkık olan Mustafa Efendi Caminin arazisine, Osmanlının şanına yakışır bir cami inşa ettiriniz. Böylece Müminler secdeye gidecek mescitten mahrum kalmasın. Yine, caminin şimal tarafına bir mektep bina edip vakfediniz ki, orada fen ve din ilimlerini talim eden genç nesiller, bu memlekette ezanların kıyamete kadar okunmasının teminatı olsun. Bunlar rüyanızın benim nazarımdaki tevilidir. Allah ise, hakikatin ve ilmin gerçek sahibidir.”
Valide Sultan, yanında duran hizmetkârına döndü ve şöyle dedi:
“Hemen fayton hazırlansın. Devlet-i Âli Osmanî’nin Padişahı, Ümmet-i Muhammed’in Halifesi, oğlum Sultan Abdülaziz’i ziyarete, Dolmabahçe sarayına gidilecek…”
“Valide Sultan’ın Rüyası” başlıklı yazının son cümlelerini okuyunca, Cuma günleri okulda yapılan törenleri hatırladı. Okulun yanı başında yükselen minareden gökyüzüne yayılan ezan sesini duydu. 1872’den beri dinmeyen ezanı, kubbeyi inleten duaları, bu mektepte eğitim gören on binlerce talebeyi düşündü. Vakit gece yarısı olmuştu. Pertevniyal Valide Sultan’ın ruhuna Fatiha okudu. Kalbinin derinliklerinde, ulu bir çınarın kök saldığını hissetti. Kopacak fırtınalara ve çalacak tehlike çanlarına kalkan olmanın verdiği huzur ile gözlerini kapatıp, hayırlı bir rüyaya daldı.