Batı iktisadında rol alan “insan modeli” faydasını azami ölçüde tutmaya çalışan bireyleri tanımlar. Kısacası asıl olan toplumsal gerçeklikler gözetilmeden ferdi planda çıkarları olabildiğince yüksek tutmaktır. Zira iktisadi teoride yer alan meşhur “Bırakınız yapsınlar” klişesi iktisadi adamın menfaatlerini maksimize edebilmek adına büsbütün bir serbestliğe sahip olduğunu anlatır.
Bu ifadeler ilk bakışta “olumlu bir istenen” gibi gözükebilir. Nitekim herkesin amacının iktisadi bağlamda en yüksek faydayı sağlamak olduğu bir dünyadan kime ne zarar gelecektir ki? Batı iktisat kurgusunun başrol oyuncusu iktisadi adamın bu şekilde serbestliğe sahip olması ve bu durumun bir yansıması olarak ahlaki kaygılardan kopuk güdülerle hareket etmesi üretim faktörlerinin arasında bitmek bilmeyen bir çatışma ortamını beraberinde getirmiştir.
İnsan ihtiyaçlarını karşılamak adına gerçekleştirilen “mal ve hizmet üretimi” sürecini harcama, üretim ve bölüşüm açısından ele aldığımızda bahsi geçen bu çatışma ortamının, kapitalist iktisadın tuvalin üzerine üretimde başarıyı yakalayan ancak bölüşümde adaletten oldukça uzağa düşen bir portyeyi işlemesine neden olduğunu söyleyebiliriz. Zira 20. yüzyılın ikinci yarısı dünya ekonomisinin yıllık ortalama %4 büyüyerek gayri safi hasılasını 9,5 kat yükselttiği bir dönem olarak küresel ekonominin en parlak dönemini yaşadığı zaman dilimidir. Ancak küresel büyümenin üretim açısından gösterdiği bu başarı bölüşüme yansımamıştır.
Nitekim Dünya Eşitsizlik Raporu verilerine göre 1980 yılından günümüze kadar uzanan süreçte küresel büyümeden dünya ekonomisinin en zengin %1’lik dilimini oluşturan bireyler, en alt %50’lik dilimi teşkil eden bireylerden tam iki kat daha fazla pay almıştır. En alt %50 ve en üst %1 kesiminin arasında yer alan bireylerin gelirdeki büyümeden aldıkları payın da oldukça ağırkanlı olduğunu söylemem hiç de yanlış olmaz. Gelir bölüşümünde bahsi geçen bu adaletsizliğin salt belirli coğrafyalar üzerinde değil, Kuzey Amerika ve Avrupa dahil bütün bölgelerdeki alt ve orta gelir gruplarında bulunan bireyleri etkisi altına aldığı görülmektedir.
Batı iktisadının diğer aktörü Marksist iktisat ise kapitalist iktisadın tersine üretimde başarıyı sağlayamamış, bölüşümde ise dengeyi sağlayabilmek adına çaba sarf etmiştir. Sosyalist iktisadi sistemin üretim noktasında başarıya erişememesinin temeli başta ruble olmak üzere ilgili sistemi benimseyen ülkelerin para birimlerinin konvertibil yani başka bir para birimi/altınla değiştirilebilir olmamasından kaynaklamıştır. Bölüşümdeki adalet olgusu ise iddiadan öteye geçememiş, bir nevi kapitalist iktisadın izdüşümü olagelmiştir.
İslam iktisadının temel aktörü olan “ Müslüman İnsan” portresinin davranışlarına yön veren unsur ferdi çıkarların maksimize edilmesi değil, Allah’a karşı kulluk bilinci olduğundan, iktisadi manâda harcama-üretim ve bölüşüm sürecinde yaşanabilecek muhtemel istenmeyenler bu çevrelemenin varlığından dolayı denge etrafında toplanacaktır. De ki: “Kuşkusuz lütuf Allah’ın elindedir, onu dilediğine verir.” (Âl-i İmrân, 3/73).