Dostoyevski tarafından yazılan roman “Suç ve Ceza”yı okumayanınız, en azından duymayanınız yoktur.

Gün geçmiyor ki tahammül sınırlarımızı zorlayan olayları duymayalım. Her gün adeta sıradanlaşan bazı suçları duymaktan ve okumaktan gına geliyor.

İsterseniz bir çırpıda aklımıza gelenleri sayalım: Adam yaralama, adam kayırma, adam öldürme, adam kaçırma, insan kaçakçılığı, irtikap, zimmete para geçirme, dolandırıcılık, gasp, hırsızlık, tecavüz, işgal etme, rahatsızlık verme, ızrar, zorla alıkoyma, çete kurma, tefecilik, terör örgütüne üye olma, intihar bombacısı olma, görevi kötüye kullanma, görevli memura direnme, görevi aksatarak şahısları ve/veya devleti zarara uğratma, rüşvet, devlet memuru olarak resmi kurumlar haricinde verilen hediyeyi kabul etme, işkence, eziyet, hakaret, iftira, yağma, trafikte işlenen suçlar, tağşiş (bir şeyin içine başka bir madde) karıştırma, katıştırma, telefon vs. ile yani nesil dolandırıcılık vs.

Peki işlenen bu suçlara gerekli cezalar veriliyor mu? Evet demek isterdim ama pek çok kişi gibi ben de suç ile cezaların orantısızlığından şikâyetçiyim.

Suç ve ceza orantısı ya da orantısızlığı farklı alanlarda suçların artarak işlenmesine devam edilmesinin ana sebeplerinden biri olarak görülüyor. Bazen yetersiz cezalar davetiye çıkartıyor bile denebilir.

O zaman “suç işleme” hem ahlaken hem de hukuken yanlış/yasak olmasına rağmen neden alıp başını gidiyor? “Eğitim şart” demekle de işin içinden sıyrılmak kolay değil. Salt olarak eğitimle izah edilemeyecek bir durum var. Şayet eğitimle birinci derecede orantılı olsaydı eğitim seviyesi yükseldikçe suç işleyenlerin sayısı ve oranı azalmalıydı ki; öyle değil. Burada bir diğer etken olan suça karşılık verilen cezaların caydırıcı olmayışı devreye giriyor.

Birkaç yıl önce posta kutularına bırakılan Zaman gazetelerini yırtıp çöpe attığı için bir şahsa 8 yıl ceza verildiğini görmüştüm.

Birkaç gün önce de Ataşehir’de A.Ç. isimli başörtülü bir kadını yumruk atarak darp ettiği iddiasıyla tutuklu yargılanan Hakan D, “Kasten yaralama” suçundan 5 ay 16 gün hapis cezasına çarptırıldı. Sanık kararla birlikte tahliye edildi.

Çekmeköy’de belediye otobüsünde şort giydiği için hemşire A. Terzi’ye tekme atan Abdullah Çakıroğlu ise 3 yıl 10 ay hapis cezasına çarptırılmıştı.

Bundan tam 20 yıl önce elleri arkadan kelepçeli Jandarma eşliğinde yürüyen resimle hafızalarda kalan “Baklava çalan çocuklar” (9 yıl hapis cezasına çarptırılmıştı) davasını da bir daha hatırlatmış olayım.

28 Şubat döneminde 14 yaşında tutuklanıp idamla yargılanan Yakup Köse var bir de. Ama bu orantısızlıkları ve yanlışları anlatmak için sadece bunlar değil binlerce misal var.

Kanamaya devam eden yaralardan biri de “Hayvanlara karşı işlenen suçlar. Aslında suç demek de yanlış; suç kapsamında değiller. Kabahatler kanununa tabi olan bu tür suçların cezaları (yalnızca para cezası) ise komikten de öte.

12 Eylül darbe dönemlerinde vatandaşların ağzına pelesenk olan “Bunların üç-beşini sallandıracaksın Ulus’taki meydanda bakalım bir daha yapıyorlar mı?” sözlerini hâlâ duyar gibiyim.

Görülüyor ki suç ve ceza orantılı olmadığı müddetçe insanların “adalet” duygusu zedeleniyor. En önemlisi de suçlara caydırıcı cezalar verilmediği için her yeni gün artarak devam etmesinin yanı sıra yepyeni suç türleri de gündelik hayata dahil oluyor.

Hasılı, “Ulus’ta veya Taksim’de sallandırmak lazım” demiyorum ama özellikle bazı suçlarda “hafifletici sebep” olmadan hukuk içerisinde kalınarak en ağır ve caydırıcı cezaların verilmesini bir vatandaş olarak istiyor ve bekliyorum.