Rüyalarımızı kaybettik her şeyden önce.

Gözlerimiz gezindi durdu eşyanın üzerinde ama akis bulamadı kendine.

Kulaklarımız son baharın rüzgârlarında savrulan yaprakların hışırtısına ilişemeden sağır kesildi.

Harflerimiz sustu ve göç etti kafatasımızın içindeki düşünce.

Sorular bir boşlukta yetim kaldı öylece.

Botokslu cümleler kurduk özgürce (!) Yaşadığımız hayatın ne bir ünlemi kaldı ne de bizi sonsuzluğa çeken üç noktası…

Oysa aldığımız her nefesin sonunda bizi bekliyor, arkası doldurulacak milyonla iki nokta üst üste.

Soru sormadan yaşayamaz insan…

Nereden başlamalı o zaman?

Başladın bile farkında olmadan…

Hıh…

Peki, bir hayali olmadan yaşayabilir mi ki insan?

Coğrafyaları aşarak kâinatın varoluş maksadında gizli kendi hakikatini nasıl bulabilir?

Biri kolay diğeri zor iki soru…

Doğru soruları sormaya başladın mı bir kere yola çıkmışsın demektir. Artık yapılması gereken cevapların hayalini kurmakta… Çünkü hayaldir sınırları kaldıran ve insana kendini varoluşun mucizesi içindeki evrenin başköşesinde bulduran.

Her günün penceremizden içeri giren ilk ışıkları kusursuz bir yaradılışın melek kanatlarıyla bizi sarıp sarmalıyor.

365 günün her saat, dakika ve salisesi içinde yeryüzündeki bütün mühendislik hesaplarını sınır tanımayan mesafeler boyunca geride bırakan ve her hesabı kuşatan devasa bir sistem içinde her şey ama her şey üzerine düşeni harfiyen yapıyor.

Peki ya Sen?*

Sana ne oluyor da yaradılıştaki mucizeyi gör diye senin için kurulan bu sistemi saray bildin ve köleliğine soyunuyorsun hiç düşünmeden.

Mücevher sanarak eteğine doldurduğun ışıltılı taşları kaybetmekten korkuyorsun.

Ya da ellerimde niye hiç ışıltılı taş yok diye eyvahlar ediyorsun.

Yarınına ümit bırakmadan ağlıyorsun.

Belki senin saray bildiğin yer, iki kapılı bir handır.

Geceyle gündüzü ömür gergefine işleyen bir imtihandır.

Ateşinde elem kaynattığın kazandır. Günahı sevaba katandır. Seni senden alıp boş hülyalara salandır.

Ne kadar da az düşünüyorsun…

İltica et kalbine ki sana asıl korku ve ümit arası yaşamanın ne demek olduğunu anlatsın.

Oturun birlikte ağlaşın.

Gözyaşın kalbine, kalbin hayatına abdest aldırsın.

Ve yıkılsın senlik, benlik davası.

Hiç olmazsa dostluğumuzu belli edelim bir birimize. Can çekişmekte olan dünyanın sınırlarına hapsolmadan yani maske takmadan gelelim yüz yüze…

Yürüdüğümüz yolu bilelim, durduğumuz noktayı.

Zaman ve mekânın bize emanet olduğu bir evrende birer toz paresiyiz hepimiz. Fakat okyanusun dibindeki bir taşın göbeğine sığınan kurdun ağzındaki tut yaprağının bize söylediği gerçek: her şeyi gözeten biri var.

Bir unutuşun pençesinde ölüm kalım savaşı veriyorsa da insanlık, unutulmuyor asla aldığı her bir nefes…

O zaman son sözümüz şöyle olsun:

“Ah!” diye başlayarak kurduğumuz cümlelerle ızdırabını çektiğimiz dertlerimiz asırlara iz, gerçek aşka süs olsun…

Üç nokta…*

*Sen=İnsan

*Kıymetli okuyucu üç noktadan sonrasına kuracağınız cümlelere bir sonraki yazımda adınızla birlikte yer vereceğim. Selam ve dua ile…

[email protected]