Viyana bozgunundan sonra cesaretlenen haçlılar doğuya doğru ilerlemeye başladılar. 1686 yılında Budin’e saldırdılar. 150 yıldan fazla Türk yurdu olan Budin’de yaşanan yoğun savaşlardan sonra Abdurrahman Abdi Paşa’nın şehit olması üzerine Türk ordusu teslim oldu. Bu savaştan sonra çok sayıda Türk esir olarak haçlıların eline geçti. Bunlardan üçünün hikâyesi günümüze ulaşmıştır: Haydar Ali, Hasan, Maruş. Bu üç esir Berlin’e getirilerek Charlottenburg Saray’ında prenses Sophie Charlotte’nin hizmetine verilirler. Vaftiz edilerek Hıristiyan edilirler ve adları sırasıyla Frederik Ali, Wilham Hasan, Sofi Frederika Maruş olarak değiştirilir. Bu üç esir Türk çok çalışkan ve başarılı oldukları için onlara sarayın yakınında ev yapmalarına izin verilir. Saray caddesinde kendilerine ev yaparlar. Bu caddede eski evler hala duruyor 5 ve 6 numaralı evlerin esir Türkler’e ait olduğu söyleniyor. Sarayın giriş avlusunda ki tavanda bu esirlere ait bir resim olduğunu öğrendik.
Charlottenburg Hohenzollern
Çekim yapmak için izin almak ve mekânları görmek üzere Charlottenburg Sarayı’na gidiyoruz. Saray yetkilileri pek izin verme taraftarı değiller hatta “Nereden çıktınız, böyle hikâyeleri araştırmak nereden aklınıza geldi?” der gibi sorularla işi zorlaştırıyorlar. Israrlı tutumumuz karşısında sarayın girişindeki tavana işlenmiş resmi gösteriyorlar. İzin almakta zorlanınca ben kendi kendime söyleniyorum. “Bu adamların işi gücü zorluk çıkarmak” ve benzeri olumsuz ifadeler sarf edince yetkililerle beraber gelen bayan bana hitaben “Beyefendi lütfen olumsuz şeyler söylemeyin, kurallar böyle yapacağımız bir şey yok” diye Türkçe seslenince çok şaşırdım. Uzun zamandır adamları ikna etmeye çalışırken sesi çıkmayan Türk asıllı hanım efendi Almanlara kızınca devreye girdi.
Türk Mezarlığı – Berlin
Bu durum beni çok üzdü ve hanıma “Ya hu ne kadar zamandır adamları ikna etmeye çalışıyoruz hiç sesin çıkmadı. Adamlar aleyhine konuşunca müdahale ediyorsun.” İçimden daha ağır şeyler söylemek geçti ancak kendisine söyleyemedim. Mecburi köleler yerine şimdi gönüllü köleler geçmiş diyecektim ama diyemedim.
Brandenburgertor
Charlottenburg 17. yüzyılın sonlarında yapılmış Berlin’in en büyük sarayı. Geniş bir avlusu bulunan saray iki katlı u şeklinde bina birleşimlerinden oluşuyor. Kırmızı kiremitlerle kaplı çatısı birbirini takip eden pencereleriyle farklı bir görünüm arz ediyor. Avlunun tam ortasında at üstünde bir şövalye heykeli var. Ana girişin üzerinde üzeri turkuaz renkli bir kule bulunuyor. Saraya sağlı sollu geniş koridorlarla giriliyor. Esir Türklerin resimleri sol tarafta ki koridorun sonunda.
Haydar Ali’nin hikâyesinin tiyatrolaştırdığını işitince bu işi yapan oyuncuyu bulduk. Bu oyuncu sarayın bahçesinde kısa bir gösteri yaptı. O dönemlerde bir Türk’ün esir alınması ve hizmetçi olarak çalıştırılması ayrıcalıklı bir durum olarak değerlendiriliyor. Haydar Ali aslen Müslüman olan Sophie Frederika Mavuş’la evleniyor. Daha sonra gelen nesillerin aslını unutmamaları için yeni doğan çocukların ikinci adları Ali olarak konuyor. Tabii Ali bizim yazdığımız gibi değil “Aly” şeklinde yazılıyor. Dışarıdan bakan birisinin bunu anlamsı mümkün değil. Haydar Ali’nin torunları Berlin’de yaşamaya devam ediyor. Onlardan birisi de Berlin Üniversitesi’nde Tarih hocası Prof. Dr. Götz Haydar Ali. Ünlü bir tarihçi olan Ali’nin Berlin’in merkezinde bulunan ofisine gidiyoruz. 15 kitabı bulunan, en çok tartışılan akademisyenlerden birisi olan Ali’nin Kesin Çözüm ve Hitlerin Halk Devleti adlı kitapları gündemde. Kapının girişinde sarayda hizmetçilik yapan büyük dedesinin resmi var. Götz Haydar Ali bu durumun çok yadırganmaması gerektiğini söylüyor. Benzer yüzlerce, binlerce hikâyenin bulunduğunu ifade ediyor. Örnek veriyor meşhur oyuncu Werner Faikis’in ikinci adının Faik olduğunu belirtiyor.
Götz Haydar Ali’nin de belirttiği gibi kendininkine benzer binlerce hikâye var. Haydar Ali son gelen neslin akademik hayatta, bürokraside başarılı olmaları gerektiğini vurguluyor. Şu anda Almanya’da 3 milyondan fazla Türk yaşıyor bu araştırmaları yapmak onlara düşer diye düşünüyorum. Benzer bir tabloyla Viyana’da karşılaşmıştık. Tarih hocası bir kademiysen telefon rehberlerinde soyadlarına dikkatli bakılması durumunda birçok Türk kökenli aileye ulaşılabileceğini anlatmıştı.
BRANDENBURG KAPISI
Berlin’in sembolü Brandenburg Kapısı 1791 yılında Kral ll. Frederik Wilhelm tarafından yaptırılmış. Sütunlu kapılardan ikisi halkın geçişini birisi ise kral ailesinin geçişine, birisi de araç geçişine ayrılmış. Kapının üzerinde 4 atın çektiği savaş arabasının üzerinde zafer tanrıçası bulunuyor. Atlı zafer tanrıçası Napolyon Berlin’i işgal edince Paris’e götürülmüş, Paris Almanlar tarafından işgal edilince geri getirilmiş. Kapı Doğu-Batı ayrımı sırasında Doğu Almanya tarafında kalmıştır. İkinci dünya savaşı sırasında Berlin’de taş üstünde taş kalmadığı gibi bu kapıda büyük tahribattan nasibini almıştır. 1989 da Doğu-Batı birleşmesi gerçekleşince bu kapı birleşik Berlin’in simgesi haline gelmiştir. Kapı yenilenmiş, araç trafiğine kapatılarak Berlin’in toplanma meydanı olmuştur. Kapıdan içeri girince sağda tarafta Berlin’in en eski ve ünlü oteli bulunuyor. Bu otel bizim tarihimiz açısından da büyük önem arz ediyor.
ADLON OTELİ
Sultan Vahdettin Veliaht iken Danışmanı Mustafa Kemal ve mahiyetindekilerle Adlon Otel’inde konaklıyor. Yine milli şairimiz Mehmet Akif Ersoy ve Şeyh Salih Et Tunusi esir kamplarını denetlemek üzere Berlin’e geldiklerinde bu otelde kalıyorlar. Son zamanlarda yine devlet büyüklerimiz Berlin ziyaretlerin de konaklamak için bu oteli tercih ediyorlar.
1917 yılında savaşın bütün hızıyla devam ettiği günlerde Kral ll Wilhelm Sultan Reşat’ı Berlin’e davet eder. Sultan Reşat yaşlı ve rahatsız olduğundan bu geziye katılamaz ve onun yerine Veliaht Vahdettin katılır. Vahdettin’in yanında askeri danışman olarak Mustafa Kemal de vardır. Mustafa Kemal ilk defa bu gezi vesilesiyle Sultan Vahdettin’le tanışır. Bu otelde 10 gün boyunca Sultan Vahdettin’le Mustafa Kemal ülkenin meseleleri üzerine uzun uzun sohbet etme imkânı bulurlar. Mustafa Kemal, Vahdettin’e İstanbul’a dönünce boğazları koruyan 5. Ordu’nun başına geçmesini önerir. Bu ordunun başında Alman komutan Liman Von Sanders bulunmaktadır. Vahdettin bunun imkânsız olduğunu ancak üzerinde düşüneceğini ifade eder. Bu gezi sırasında Mustafa Kemal 36 yaşında Vahdettin ise 56 yaşındadır.
Sultan Vahdettin ve Mustafa Kemal’den önce bu meşhur tarihi otelde milli şairimiz Mehmet Akif Ersoy konaklıyor. Almanların İngiliz ve Fransız cephelerinde esir aldığı Müslüman askerleri Berlin’e getirir. Burada ki esirlerin durumunu yerinde incelemek üzere Mehmet Akif Ersoy ve Şeyh Salih Et Tunusi ile beraber 1914 yılının kasım ayından 1915 yılının mart ayına kadar Berlin’de kalırlar. Akif bir müddet bu otelde kalır ve lüks otelden rahatsız olur ve daha mütevazı bir otele taşınır. Hilal Kampı adı verilen esir kampına giderek oradaki Müslümanlarla ilgilenir.
Akif Adlon Otel’inin kalitesinden etkilenir ve şiirinde bu durumu şöyle dile getirir.
Meğer oteller olurmuş saray kadar ma’mur:
Adam girer de yaşarmış içinde mest-i huzûr:
Beş altı yüz odanın her birinde pufla yatak…
Nasîb olursa eğer, hiç düşünme yatmana bak!
Sokakta kar yağa dursun, odanda fasl-ı bahâr,
Dışarda leyle-i yeldâ, içerde nısf ı nehâr!
Bu tarihi otelde ben de konakladım. Rahmetli Akif’in yaşadığı dönemler için gerçekten çok ihtişamlı bir otel. Bir blok halinde büyük tarihi bir yapı burası. Yapıldığı zaman mutlaka görkemli bir oteldir ancak zaman içinde yeni yapılan oteller karşısında görkemini yitirmiş. Otelin en dikkate değer bölümü girişindeki salon ve kahvesi. Yüksek tavanlı, ortasında şadırvanlı bir heykel bulunan, çok bölümlü farklı oturma gruplarıyla bezenmiş bir geniş giriş. Otel görevlilerine burada Türk tarihinin önemli şahsiyetlerinin kaldığını, bunları belirten birer kitabenin otelin girişine veya salonun bir yerine konulmasının anlamlı olacağını söylüyorum. Bana haklı olduğumu ve konuyla ilgileneceklerini söylediler ancak gereğini yaptılar mı bilmiyorum.
HİLAL KAMPI
1914 yılında Rusya’dan kaçan Türkler ve İngiliz, Fransız saflarında savaşıp Almanlara esir düşen Müslüman askerler için Berlin yakınlarında Zossen şehrinin Wünsdorf kasabasında bir esir kampı kurulur. 15 bin civarında esir bu kampta barınmak zorunda kalır. Esirler için 23 metre uzunluğunda minaresi bulunan bir camii yapılır. Wünsdorf’a vardıktan sonra bölge sakinlerine kampın yerini ve camiyi sorunca çok heyecanlandılar. Bir yaşlı amca bizi caminin bulunduğu yere götürdü. Tabii caminin yerinde yeller esiyor ancak buraya cami caddesi adı verilmiş. Yapılan cami 1926 yılında yıkılmış. Köyün içinde bulunan küçük kilisenin bahçesinde bulunan bir çamaşır yıkama taşının esir kampından buraya getirildiğini bir başka sakin anlattı. Bu kampta 20’ye yakın milletten Müslüman esir bulunuyor. Esir burada El-Cihad adlı bir dergi çıkarırlar. İlk sayısı Arapça, Tatarca ve Rusça dillerinde 15 000 basılmasına rağmen başarılı olamaz.
Kampın yakınlarında Müslüman esirlere ait bir mezarlık bulunuyor. Bu mezarlıkta genellikle Hint kökenliler olmak üzere her Müslüman milleten mezarlar var. Büyük sandukalı ayrı bir mezar daha var. O mezarın üzerindeki yazıyı okumaya çalıştımsa da muvaffak olamadım. Yıllar sonra Türkistan’ın milli kahramanı büyük mücadele adamı Mustafa Çokay’la ilgili bir film seyrettim. Bu filmin sonunda Mustafa Çokay’ın mezarının Berlin’de olduğu ifade edilerek resmi gösterilince hemen hatırladım bu kitabesini okuyamadığım mezardı. Allah Mustafa Çokay’a ve dünyanın farklı yerlerinden gelmiş burada yatan Müslümanlara rahmet olsun.