Mısır’da Muhammed Mursi’ye idam kararı verildi. Sadece ona değil İhvan için birer moral değere dönüşmüş Muhammed Bedii, Hayrat Şatır ve kızını darbe esnasında şehit vermiş Biltaci de nasiplerine düşeni aldılar. Cunta mahkemesi verdi bu kararları. Meşruiyeti kesinlikle tartışmalı.
Mısır’da bu gelişmeler yaşanırken Bangladeş’te de benzeri kararlar veriliyordu. Hasina hükümetinin “ulusla arası savaş suçları mahkemesi” Cemaat-i İslami Genel Sekreteri Muhammed Mucahid’e idam kararı verdi. Yalnız bu bizim bildiğimiz savaş suçları mahkemesi değil bir çadır tiyatrosu!
Bu iki idam kararı neredeyse aynı anda verildi. Tesadüf mü?
İdam kararı verilen her iki yapılanma da ıslah ekolünün temsilcileri. Bu ortak yönler kuşkularımı arttırıyor doğrusu. Belli merkezden olmasa da en azından birbirinden haberdar odakların alıkları kararlar bence bunlar.
Yalnız verilen idam kararlarından daha önemli olan soru şu: kim neden bu insanların ölmesini istiyor? Bu isimler neyi temsil ediyor ki bu kadar korku salmışlar gavura? Bu sorunun cevabını bulmaya çalışmak bile çok kıymetli bence.
Son iki yüz yıldır bir sürü yenilgilerin arasından geçtik ve bugünlere geldik. Ciddi tecrübeler edindik, önemli badireler atlattık. Atlatma çabamızı da sürdürüyoruz işin esası. Bu mücadeleyi dünyanın hemen her yerinde verdik. Tabi bu arada kadim düşmanlık hisleriyle mazisinin intikamını almaya doyamayan batı da boş durmadı, durmuyor. Her şeyin mutlak hakimi değil şüphesiz, ama hala etkili ve hala önemli bir tehlike bizim için.
Ha bire senaryo yazıyor ve oyunu hayata geçirmeye çalışılıyor. Son dönemler ise özellikle İslam dünyasının zaafları üzerinden yeni kurgularla karşımıza çıktığını görüyoruz. Nitekim, krizi fırsata devşirdiği ve bu konuda ne kadar mahir olduğu noktasında hakkını teslim etmek lazım.
Son yıllarda İslam dünyası üç ayrı bela ile boğuşup duruyor. Bunlar ilk olarak beyaz adamın “fundamental” ekmeğine yağ süren şedid gruplar. IŞİD gibi yapılanmalardan söz ediyorum. Girdikleri yerlerde yaydıkları korku ile sözlükteki her anlamıyla terör… Tekfir ediyorlar, insanları öldürüyorlar…
İkincisi ise ılımlı/ılıştırılmış bir anlayış. İslam’ın sosyal siyasal imkanlarını, tekliflerini bir kenara koyan, din-i mübini bireysele indirgeme aymazlığını gösteren, İslam’ı vicdanlara hapsetmenin diğer adı. Dünyayı kaybetmemek en büyük amaçları. Mücadele etmemek, uyum içinde olmak, otoriteye boyun eğmek ibadet bunlar için. Ilıştırılmışlar da Müslümanların yaşadığı hemen hemen her yerde varlar.
Son olarak mezhep taassupçusu, arızalı bir başka zihin. Bu ise Şia ya da Sünni olsun, mezhebini mutlak kabul etmekle kalmayıp öteki ile savaşmayı şiar edinmiş, zararlı bir başka akıl. Son dönemlerde IŞİD gibi şedid/mutaassıp yapılanmaların yayılması karşısında sözde bir meşruiyet zemini bulduklarını düşünüyorlar ve Şiilik adına Müslüman kesiyorlar.
Peki İslam dünyası bunlardan mı ibaret? Tabi ki hayır!
Asıl mesele de bu zaten.
Gerçeği, ana omurgayı görmemizi engelliyorlar. Bu kurgu bu mizansen bunun için.
İslam sadece bunlardan ibaretmiş gibi göstermeye çalışıyorlar.
Ana omurga; yani makul, kapsayıcı bir düzlemde kendini ifade eden, ifrat ve tefritten uzak çizgi. Hürriyet, adalet ve İttihad bu ekolün sloganı. Mısır’da İhvan, Banladeş’te Cemaati İslami, Tunus’ta Nahda…
Ne diyorlar bu insanlar, ne vaad ediyorlar?
Müslümanlar kardeştir diyorlar, nefsi müdafaa hariç şiddete başvurulamaz, Müslüman Müslüman’ı tekfir etmez diyorlar. Bununla beraber İslam, devletler kuran ve yöneten bir dindir, bu alandaki iddiamızdan vazgeçemeyiz diyorlar. Ve daha birçok şey…
Şimdi siz batı olsanız, fikri manada tıkanmanın yaşandığı bu dünyada böylesine güçlü sözleri söyleyenleri al aşağı etmek istemez misiniz?
Her şeyi halk ile yapmayı murat eden bu yapılanmaları halklarından uzaklaştırmak için neleri göze almazsınız ki batı olsanız.