7,5 milyar nüfusa sahip dünyanın en kalabalık ülkesi Çin’in nüfusu 1 milyar 350 milyon 695 bin. Hindistan da nüfus olarak Çin ile yarışıyor. Hindistan’ın nüfusu ise, 1 milyar 236 milyon 686 bin 732.

Sayılar önemli galiba. Sahi önemli mi, önemli olmalı mı?

Sayısal olarak çok olmak güçlü olmaya yetiyor mu?

“Milletimiz yalnız İslamiyet’tir” diyecek olursak 1,5 milyar Müslümanız.

Yani dünyanın yaklaşık 7’de 1’i Müslümanmış.

Aynı ırktan olmayan ama aynı kıbleye secde eden 1,5 milyar Müslüman.

Yan yana gelseler, “Mü’minler ancak kardeştirler” ayetinin nuruna sığınıp, “Kardeşim davan davamdır” dese yeri oynatacak bir kalabalık.

Öyle mi?

Sır ayette gizli. “Mü’minler kardeştir!”

Peki, hangimiz bir diğer Müslüman’ı sadece Müslüman olduğu için kardeşi olarak görüyor?

Kardeşliğin ilk şartı galiba ona karşı muhabbet beslemek.

Peki, en son kime sadece Müslüman olduğundan dolayı muhabbet besledik?

Sahi birbirimizi sevmek, kardeş diyebilmek için hangi özelliklere sahip olmamız gerekiyor?

“Arap Müslümanlar Türkler’i sevmiyor.

Türk Müslümanlar Araplar’ı sıkıntılı görüyor.

Berideki Müslümanlar’ın itikadında sıkıntı var.

Diğeri Kur’ân Müslümanlığı diye bir şey uydurdu hadisleri inkâr ediyor.

Bizim partiden değil.

Bizim cemaatten değil.

Şeyh efendimize muhabbet beslemiyor.”

Liste uzar gider…

Sevmemek için bahane arıyorsak çok.

Peki, birbirimizi sevmek için hiç mi bahane bulamıyoruz?

“Evet, inkâr edemezsin ki, sen bir adamla beraber bir taburda bulunmakla, o adama karşı dostâne bir rabıta anlarsın; ve bir kumandanın emri altında beraber bulunduğunuzdan, arkadaşâne bir alâka telâkki edersin. Ve bir memlekette beraber bulunmakla, uhuvvetkârâne bir münasebet hissedersin. Hâlbuki imanın verdiği nur ve şuurla ve sana gösterdiği ve bildirdiği esmâ-i İlâhiye adedince vahdet alâkaları ve ittifak rabıtaları ve uhuvvet münasebetleri var. 

Meselâ, her ikinizin Hâlıkınız bir, Mâlikiniz bir, Mâbudunuz bir, Râzıkınız bir-bir, bir, bine kadar bir, bir. 

Hem Peygamberiniz bir, dininiz bir, kıbleniz bir-bir, bir, yüze kadar bir, bir. 

Sonra köyünüz bir, devletiniz bir, memleketiniz bir-ona kadar bir, bir.”

Bediüzzaman Said Nursi’nin Mektubat’ında bahsettiği ‘bir’ler aslında birbirimizi sevmek için ne kadar çok sebebimiz olduğunu ortaya koyuyor. Bediüzzaman bizi birbirimize bağlayacak ‘bir’leri saydıktan hemen sonra da dehşete düşürecek bir uyarıda bulunuyor: “Bu kadar bir birler vahdet ve tevhidi, vifak ve ittifakı, muhabbet ve uhuvveti iktiza ettiği ve kâinatı ve küreleri birbirine bağlayacak mânevî zincirler bulundukları hâlde, şikak ve nifâka, kin ve adâvete sebebiyet veren örümcek ağı gibi ehemmiyetsiz ve sebatsız şeyleri tercih edip mü’mine karşı hakikî adâvet etmek ve kin bağlamak, ne kadar o rabıta-i vahdete bir hürmetsizlik ve o esbab-ı muhabbete karşı bir istihfaf ve o münasebât-ı uhuvvete karşı ne derece bir zulüm ve i’tisaf olduğunu, kalbin ölmemişse, aklın sönmemişse anlarsın.”

Peki, birbirimizi sevmek için bahane arıyor muyuz?

Aramalı mıyız? Evet!

“Ey insafsız adam! Şimdi bak ki, mü’min kardeşine kin ve adâvet ne kadar zulümdür” diyen Bediüzzaman Said Nursi’nin hemen ardından Rahmet Peygamberi, Efendimiz Hz. Muhammed’in (asm) insanı dehşete düşürmesi gereken ikazına bir bakalım:

“…sizler iman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olmazsınız…”

Eyvah!

Siyasi parti, makam, daha fazla kazanç için kendini paralayan Müslüman, bir diğerini sevmemek için türlü bahaneler arayan insan, bu dünyaya ne için gönderildiğini ne çabuk unuttun?

**

Dönelim konumuza. Çokluktan bahsediyorduk. Dünya üzerinde birbirinden pek hazzetmeyen, sürekli birbirinin kusurunu, yanlışını arayan 1,5 milyar Müslüman var.

Yahudi nüfusu ise kendini Yahudi olarak tanımlayanlarla birlikte yaklaşık 20 milyon.

Filistin toprakları üzerinde işgalci olarak bulunan Yahudilerin nüfusu ise yaklaşık 6 milyon. Dünya sermayesini bu 20 milyonluk Yahudi nüfus yönetiyor. Bediüzzaman’ın yine güzel bir tespiti var: “…Üç elif ittihad etmezse, üç kıymeti var. Sırr-ı adediyet ile ittihad etse, yüz on bir kıymet alır. Dört kere dört ayrı ayrı olsa, on altı kıymeti var. Eğer sırr-ı uhuvvet ve ittihad-ı maksat ve ittifak-ı vazife ile tevafuk edip bir çizgi üstünde omuz omuza verseler, o vakit dört bin dört yüz kırk dört kuvvetinde ve kıymetinde olduğu gibi, hakikî sırr-ı ihlâs ile on altı fedakâr kardeşlerin kıymet ve kuvvet-i mâneviyesi dört binden geçtiğine, pek çok vukuat-ı tarihiye şehadet ediyor.”

Özetle diyor ki: Aynı maksatta çalışan 3 kişi kendi başına hareket etse 3 kuvveti var, fakat bir olup beraber çalışsalar 111 kuvveti var.

20 milyon Yahudi’nin Müslümanlar’a galip gözükmesinin sebebi biraz da bu.

Şimdi düşünelim: tükürsek boğar mıyız? Yoksa… Kendi tükürüğümüzde mi boğuluruz?

Başka sorum yok…