Kur’an’ın genel mesajını iki kelime ile ifade etmemiz istense “Tevhit ve Adalet” kavramları ön plana çıkar diye düşünüyorum.
Dünyanın değişik coğrafyalarında insanların öldürüldüğü, zulüm ve işkencelere maruz bırakıldığı, insanca yaşama hakkının ihlal edildiği günümüz dünyasında “adâlet” ilkesinin ikame edilmesine ne kadar çok ihtiyaç olduğu görülmektedir. Adalete ve adaleti tesis edebilecek kurumsal temsillere ihtiyaç olduğuna bireysel, toplumsal, ulusal ve uluslararası düzeyde bir duyarlılık oluşturmak büyük önem arz etmektedir.
Kur’an’da adâletin kaynağı ve ilk uygulayıcısı olarak Yüce Allah zikredilmektedir. Allahu Te’âlâ açık delillerle peygamberler göndermesinin en temel nedenini, insanlar arasında adâletin sağlanması olarak zikretmektedir. Bu doğrultuda insanlar, ahirette Yüce Allah tarafından âdil bir şekilde yargılanacaklar ve hak edişlerine göre ödül ya da cezaya muhatap olacaklardır.
Güncel hayat fert ve fertlerin oluşturduğu toplumsal yaşantılarından meydana gelmektedir. Bu gerçek, öteden beri bireyler arasında sürüp gitmekte olan sosyal hayatın sağlıklı bir şekilde devam edebilmesi adına insanlar ve toplumlararası ilişkilerin belirli kurallara bağlanmasını da kaçınılmaz kılmaktadır. İşte adâlet ilkesi, bu kuralların en öne çıkanlarından ve hiçbir toplumun asla vazgeçemeyeceği değerde evrensel bir prensiptir.
İlahi vahyin ve peygamberlerin en öncelikli hedefi, toplumunda adaleti ikame etmek olmuştur. Allah’ın yarattığı kainatın bütününde kaos değil, kozmoz hakimdir. Oysa insan eli ve insan müdahalesi olan tabiatta ve toplumda bozulmalar olmaktadır.
Bakara Suresi: 205. Ayet “… İşbaşına geçince, yeryüzünde bozgunculuk yapmaya, ekin ve nesli yok etmeğe çabalayan insanlar vardır. Allah bozgunculuğu sevmez.”
Dengenin bozulması olgusuna genel alarak zulüm (kaos) ilahi dengenin korunmasına ise adalet (kozmoz) diyoruz.
Mülk Suresi: 1-4. Ayet “Hükümranlık elinde olan Allah yücedir ve O her şeye Kadir’dir. Cömerttir ve O’nun her şeye gücü yeter.Hanginizin daha iyi iş işlediğini belirtmek için, ölümü ve dirilişi (hayatı) yaratan O’dur. O, güçlüdür, çok bağışlayıcıdır. Yedi göğü birbiriyle tam bir uyum içinde yaratan O’dur. Rahman’ın yaratışında hiçbir uyumsuzluk göremezsin. Gözünü çevir de bir bak, bir bozukluk görebiliyor musun? Sonra gözünü tekrar tekrar çevir de bak; (kusur arayan) göz aradığını bulamadan bitkin olarak sana dönecektir.”
İnsanoğlu tabiatı ve yaratılışı itibariyle iki eğilimlidir. Bu yüzden adalete de; zulme de meyledebilir. İnsanın temel görevi dengeyi koruyarak bozulmayı, bozgunculuğu engellemektir. Çünkü dengeyi bozmak emaneti korumamaktır. İlahı hukuka uygun davranmak “adalet”, ilahi hukuka aykırı davranmak ise “zulüm” dür.
Kur’an-ı Kerîm’de yirmi ayette “zulüm” kelimesi, 269 defa da türevleri yer alır. 200’den fazla yerde zulüm kavramı “küfür, şirk” veya “Allah’ın hükümlerini çiğneme, günah işleme”, yirmiyi aşkın âyette “beşerî ilişkilerde haksızlığa sapma” anlamında kullanılmıştır. Yetmişten fazla ayette “Allah’ın hiç kimseye hiçbir şekilde zulmetmeyeceği, insanların dünyada uğradıkları zararların ve ahirette uğrayacakları cezaların kendi kötülüklerinin karşılığı olduğu, inkârcıların ve kötülük işleyenlerin sonuçta kendilerine zulmettikleri” belirtilir.
Âlimler zulmü “adaletten sapma” ve “adaletin zıddı” diye tanımlar. Adalet temel ve evrensel bir erdemdir. Bu merkezden her türlü sapma ise zulüm, dalâlet ve tuğyandır.
Nahl Suresi: 90. Ayet “Muhakkak ki Allah adaleti, ihsanı, akrabaya karşı cömert olmayı emreder; çirkin işleri, kötülüğü ve zorbalığı yasaklar. İşte Allah, aklınızı başınıza alasınız diye size böyle öğüt veriyor.”