Maddeci bir bakışla ahlakın akıl yoluyla üretilebilecek ilke ve değerleri içerdiğini söyleyebiliriz. Kelamcılara göre “ahlak”ın başlangıçtaki ilk ve temel kaynağı vahiydir. Farklı inançların ortak özellikler taşımasının sebebi de ortak kaynaktan geliyor olmasıdır. Musevi ahlak anlayışı; Katolik, Protestan veya Ortodoks ahlak anlayışları, bugün ilk günkü noktalarında olmasalar da temel yaklaşımlarda birbirine benzerler. Vahiy kaynağından uzaklaştıkça kültürel, örf ve geleneğe dayalı toplumlararası anlayış ve yaklaşım farklılıkları ortaya çıkabilir.
Aynı şekilde, İslam ahlakı da vahye dayalı olduğundan büyük ölçüde diğer dinlerin ilk hallerindeki yaklaşımlarıyla ortak özellikler taşır. Bununla birlikte İslam, ahlak konusunda temelde evrensel ilkelere sahip olma gibi ciddi “varoluş” iddiasını taşır. Bu değişmez ilke ve kurallara göre, ilk insandan itibaren “insan öldürmek”, “çalmak”, “yalan söylemek”, “ikiyüzlü olmak”, “zarar vermek”, saygısız ve küstah olmak vb. gibi onlarca hata ve zaaf, “ahlaki yetersizlik” olarak görülmüş ve Dünyanın son gününe kadar da görülecektir.
İlkelerin değişmeyeceği göz önüne alındığında, ahlaki olanın konjonktüre ve “halin icaplarına” göre ahlaksız olmaktan çıkarak “ahlaki” olmaya dönüşmesi düşünülemez. Sayılan ahlak kurallarının bir kısmı tarihi seyri içinde zamanla “hukuk kuralları”na dönüşmüştür. Bu durumda bu kuralları, ahlak kuralından çok hukuk kuralına dönüşmüş bir ahlak kuralı olarak görmek gerekir.
Bazen ilginç olma, dikkat çekme ve farklı olduğunu zannetme gibi nedenlerle “ahlak” kurallarına karşı duranları; bazen de ideolojik sebeplerle içeriğini bilmeden itiraz edenleri çevremizde görebiliyoruz. Aynı kişilerin ahlak kurallarının kendilerine uygulanmasını beklemeleri ilginç bir tezat oluşturuyor. Başkasına karşı zalim, küstah ve zorbaca müdahale eden oğlunun sırtını sıvazlayan bir baba düşünün, onun küstahlığı kendisine yöneldiğinde ahlak, değerler, ilkeler vs. hatırlayabiliyor. Tutarlılık, ilkeli ve duruş sahibi olmak, çıkarlarına ve konjonktüre göre değil, olması gerekeni her ortamda ve dönemde savunma ve güçlendirme erdemi gösterebilmekte…
Aslında ideolojilerin ürettikleri ve yaslandıkları “ahlak” doktrinleri vardır. Mesela liberal ahlak, sosyalist ahlak, muhafazakâr ahlak, seküler ahlak vb. gibi… Ülkemizde ne gariptir ki görüş sahiplerinin önemli bir kısmı kendi ahlak öğretilerinin içeriğine bigânedir. İnsanlarımız bildiklerini varsaydıkları ideolojiler üzerinden, genel geçer itirazlar ileri sürmeyi adet edinmiştir.
Diğer ilgi çekici bir husus da, herkesin diğerini büyük bir kolaycılıkla “ahlaksızlık”la suçlarken kendisini tartmamasıdır. İnsanların bir kısmında, hukuk kuralları, ahlak ve görgü kuralları gibi toplumun birlikte barış ve huzur içinde yaşamasına yarayacak kurallar konusunda uygulamaya gelindiğinde “ben hariç, herkesi bağlayan kurallar olması gerekiyor” gibi tutarsızlık dikkat çekiyor. Pekiyi bu tutarsızlık ve çelişkiyi yaşayan insanlar bunu içlerine nasıl sindirebiliyorlar? O hata ve zaafı makul hale getirerek, yani rasyonalize ederek… Ticaret, beklentiler, siyaset, çıkarlar vb. adına ahlaki değerleri erteleyen, bir seferlik vazgeçenlerin hepsinin ortak özelliği, “ticaretin gereği…”, “siyasetin kuralları…”, “ama…” gibi sığınak cümleleri vardır.
Yayınlanmış “50 kitabım var” diyen bir akademisyenin “Arada intihallerim de oluyor” demesi halinde yazdıklarının tamamı gölgede kalır, çünkü hak etmediği maddi-manevi değere başkasının emeğini çalarak ulaşmaya çalıştığından bu kişinin eylemi “suç” olmanın yanında ahlaksızcadır. Gönülsüz ve tehditle toplanan paranın öğrenci bursuna dönüşmesi, hırsızlık parasının bir kısmıyla cami yapmak, gasp parasıyla fakirlere de destek olmak bir “gayrı meşruluğu” meşruya dönüştürmez, ahlaksızlığı, tutarsızlık ve çelişkiyi ortadan kaldırmaz.
O halde, ülkede herkesin kabul edebileceği ortalama bir ahlak anlayışı olup olmadığı sorusu akla geliyor. “Genel ahlak” kavramı, “kamu düzeni”nin bir parçası olarak Avrupa ülkeleri hukukunda öteden beri kabul edilen, en keskin uygulama olan Fransız Laiklik anlayışının etkisiyle bir süre listeden çıkmışken artık yeniden kamu düzeninin bir parçası olarak görülüyor ve Fransız Danıştay’ı tarafından bir kriter olarak kullanılıyor.
Ülkemiz açısından düşünürsek bölge farkı, etnik köken, mezhep veya dünya görüşü fark etmeksizin ahlaki ilke, değer ve anlayışın şaşırtıcı derecede birbirine benzediğine dikkat çekmek istiyorum: Mesela, anne-babasına haksız yere karşı gelen, eziyet eden bir çocuğun; yalan söyleyen bir eşin, geçimsiz ve aksi insanın, rüşvet alan bir kamu görevlisinin, tartıda hile yapan bir esnafın vb. durumu ülkenin farklı kesimlerinden insanlara sorulursa görüş farkı olmadan değerlendirmelerinin benzer olduğu görülür.
Toplumun ortak genel değer yargılarının bir kısmı inançlarla, bir kısmı örf ve kültürle, bir kısmı da bu kurallara zamanla ortak akıl yoluyla yapılan eklemelerle ortaya çıkmıştır.Bazen toplumun ortak genel değer yargıları olarak ahlak kurallarıyla görgü kuralları içiçe geçer ve toplumun geneli tarafından kabul edilir. Fakat bu kabul söz konusu kuralların bunları kabul eden toplum tarafından uygulandığı anlamına gelmeyebilir.
Toplu taşımada bir yaşlı, engelli veya hamile kadına yer vermeyen sağlıklı bir kişi, toplumun her kesimi tarafından ahlaksız veya en azından görgüsüz olarak kabul edilir. Aracını başkalarına zorluk çıkaracak şekilde park eden, toplum içinde burnunu karıştıran, sürekli kendisinin öven, sövmeden cümle kuramayan bir kişi hakkında toplumun genelinin yaklaşımı aynıdır ve kabul görmez. Bu cümlelere karşı “Hayır, herkes kendi halinde kalmalı, kurallar olmamalı, sınırlamalara karşıyız” gibi beylik cümleleri cebinde taşıyanlarla her yerde karşılaşabiliriz. Ancak bu itirazların sahiplerinin bu türden insanlarla aynı evi, sınıfı, apartmanı, ortamı paylaşmak istemediklerini de bir çelişki olarak yakalarız.
İstisnaları tartışmaktan sıra bulup ortak noktaları belirleyerek üzerine gelecek inşa etmeyi planlamakta özürlü bir toplumuz. Bu yanlış işleyen zihin mekanizmasının maliyeti, ayrışma ve kamplaşma gibi ağır bir faturadır.Toplumun üzerinde mutabık kalabileceği konulardan en temellerinden birisi olarak “ahlak” ve onun temel arayışı olan “ortak iyilik” üzerinde herkesin buluşabileceği bir alandır. Onu yükseltmeye çalışmak ve bu konuya yatırım yapmak, toplum barışını, birlikte yaşamayı ve huzurlu bir geleceği mümkün kılar.