“Türkiye nereye doğru gidiyor?” sorusu çok mu klasik ya da sloganik olur bilmiyorum. Fakat bu sorgulamayı daha sık yapmalı ve özümüze, kendimize, geçmişimize, değerlerimize ve bizi değerli kılan şeylere daha sık bakmalıyız kanaatindeyim.
Türkiye yeni bir yerel seçim atmosferinden çıktı. Birçok ilki yaşatan ve siyasetin ne derece kıvrak bir şey olduğunu gösteren birçok meseleyi hakk-al yakin yaşadık. Bu ilginçliklerin en önemlisi bana göre giriş cümlemizdeki serzenişe muhatap olduğumuz Bolu Belediye Başkanı Tanju Özcan’ın seçim vaatleri ve bu vaatlere rağmen seçilmesi idi.
Hakikaten de medeniyetimizin geçmişine baktığımızda İspanya’dan gelen Yahudiler’e bile gösterilmemiş dışlama ve hazımsızlık kendi idarecileri tarafından maruz bırakıldıkları ölüm ve zulümden kaçarak ülkemize hicret eden kimlikte Suriye vatandaşı kardeşlerimize gösteriliyor.
“Belediye kasasından Suriyeliler’e bir kuruş yardım vermeyeceğim” diyen Tanju Özcan “Bolu’da en şık onlar giyiniyor, en rahat onlar yaşıyorlar” diyor.
Mevzudaki çelişkiye dikkat ediyor musunuz? Tanju Özcan’ı aslında yardıma muhtaç durumda olmalarından çok yardım almayacak kadar durumlarının iyi olması, iyi giyimli olmaları ve rahat yaşamaları da rahatsız ediyor.
Hadi diyelim genç çalışabilen Suriyeliler bankadan yardım paralarını alıp karşı kaldırımda yoğurt satan teyzenin önünden geçiyorlar. Ve bu sizi rahatsız ediyor.
Kabul.
Peki işyeri kurmak isteyen, ülkeye katma değer sağlayacak, iş imkanı sunacak ekonomiye kan can olacak olan beş kuruş yardım istemeyen sadece belediyeden ruhsat onayı isteyecek onun da harç parasını ödeyecek olan girişimci Suriyeliler’e neden ruhsat vermeyeceksiniz, onların önünü neden tıkayacaksınız?
Öncelikli problemimiz tanımaya çalışmaktan kaçmamız. Ufuk Uras’ın bir paylaşımını aynen aktarıyorum: “Eşimin gönüllü ders verdiği Suriyeli çocukların birisini yakından tanısaydınız, bu kadar hoyratça kestirip atmazdınız. Suriye’ye gidip gelenler güvenli bölgelere, bu çocuklara sorduğunuzda hiçbiri dönmek istemiyor, hepsi ailelerinden en az bir kişiyi kaybetmiş, gözlerinin önünde vurulmuştur. ‘Dönsünler canım, bir şey olmaz diyenler, bu ağır travmanın farkında değil.’ diyeceksiniz, neyin farkındalar ki bunun olsunlar. Gidiyorlar. Bu çocukları Şam’a, Esad’ın kollarına yollamak, ölüme yollamak demek.”
Asıl mesele burada düğümleniyor. Tanju Özcan sadece ileri düzey bir örnek. Toplumumuzda sağından solundan böyle düşünen fazlaca insan var maalesef… Aslında bizi biz olmaktan çıkaran bu zihniyet, bakış açısıdır. Kendisinde yokken bile paylaşmayı esas alan anlayışımız vardı o nerede? “Komşusu açken tok yatan bizden değildir” buyruğu vardı o nerede? Muhacire ensar olmak şiarımız vardı o nerede? Kardeşinin ayağına diken batsa acısını hisseden bağımız vardı o nerede? Bulmamız gereken çok yitiğimiz var dostlar. Allah(cc) yardımcımız olsun…