Söyle bakalım ey şakirt: Bu bacılar neden orda? (özellikle ablalar demeyerek angaje kelimeyi seçmedim)
– Haklarını aramak, zulme karşı koymak, Yezid’e karşı Hüseyin’in yanında durmak için. İla ahir…
– Hak aramak ve zulme karşı koymaksa maksat; hatta daha özelde atanan kayyıma direnmekse bu işi yapacak erkek kalmadı mı altın neslin içinde? Onca şakirt ortalıkta iken neden bacılarımızı ileri sürdünüz? Orada yaşanacakları az çok öngöremediniz mi? Hiç kimsenin malumu değilken, kayyımın atanacağından günler evvelinden haberdar oldunuz. (ki böylece gazetenin içini boşalttınız) Polisin olay yerine hareket ettiğinden an be an bilgilendiniz amma velâkin bu yaşananları öngöremediniz öyle mi? Sevgili külah sen ikna oldun mu?
Peki, uzatmadan can alıcı soruyu soralım: Asıl amaçları neydi?
Elbette her zamanki gibi algı oluşturmak. Oluşturulmak istenen algı neydi ve bununla kime operasyon çekildi?
Dün insafsızca ve vicdansızca zulümler işleyenler, itibar cellatlığı yapanlar, röntgenciliğe yeni literatür ve usuller kazandıranlar, seçilmiş iktidarı sırf kendi süfli emelleri için devirmek isteyenler, bu amaçla türlü desise ve ihanet kumpasları tasarlayanlar (bu liste çok uzar abi istersen yazıyı bunlarla murdar etme!), bugün bizi en zayıf yerimizden vurmak istiyorlar. İmanımız ve vicdanımızdan. Mağdur pozu vererek, hatta belki de (vicdani ihtiyat adına “belki” diyorum) özellikle planlayarak üç kare fotoğrafla bizi yine aldatmak istiyorlar. Dün Allah ile aldatanlar bugün kadraj ile aldatma peşindeler. Şunu unutmayalım ahali! Bir fotoğraf karesi asla gerçekliğin kendisi değildir; bilakis çoğu zaman hakikatin köküne, suyunu döküp ateşe vermek isteyen bir dijital kibrittir. Özellikle o an yaratılır, deklanşör hazretleri tetiği çeker ve bam! Vuruldun ey insan kardeşim.O kulaklarında uğuldayan,az sonra aklının mezarlığında cenazesi kılınacak hakikatin salası.
Biline ki düşüncesi ne olursa olsun herhangi bir insanın burnu kanadığında oh olsun demek meşrebimizde yoktur. Yaşananlardan müteessiriz. Son üç yıldır şahitlik ettiklerimiz vuku bulmamalıydı. Mürekkepler kurumalı, kalemler kol gibi içine kırılmalıydı. Olmadı…
17 Aralıktan itibaren gelişen hadiselerde tarafların hiçbiri umurumuzda değil. Ne cemaat ne de parti. Ne körleşecek kadar partici olup yanlışlar yapıldığında üç maymunu oynadık ne de güya rüyalardan vahiy alarak ululaştırılan birine tapınacak kadar ontolojimize ve ahdimize ihanet ettik. Tek derdimiz ümmet ve din-i mübin. Zira maatteessüf bu savaşta en çok sarsılan olgu, toplumdaki İslam algısı ve ittihad-ı İslam oldu.
Şunu da belirtmeden geçmeyelim. Paralelle mücadele adı altında işletilen süreçte eğer suçlu ile suçsuz birbirine karıştırılır, kantarın topuzu kaçırılır, hakkaniyet yitirilir; eskiden olduğu gibi cemaati Allah rızasının güdüldüğü bir hizmet teşkilatı sanıp gönülden desteklemeye devam eden, sempati duyan insanlara dokunulursa bunu yapanlar Rus ruletinin son tetiğini çekmiş olurlar. Toplumsal destek kaybedilir. Çünkü bu millet her zaman mağdurun, mazlumun yanında durmuştur. Mesele vakıayı nasıl gördüğünüz değil, millet tarafından nasıl görüldüğüdür.
İşte o zaman ey şakirt; yukarıda yerin sarsılmasını, göğün gürlemesini bekleyebilirsin. İşte o zaman ey şakirt aşağıda AK Parti’nin içinden yeni ve daha AK bir partinin çıkmasını da bekleyebilirsin. Şimdilerde ise boşuna umutlanmayasın!
Dilerim adaletin zedelenmemesi, sulhu salahın temin edilmesi ve İttihad-ı İslamın daha fazla yaralanmaması için akıllarına –inadına- güvendiklerimiz bunu tedebbür etmektedirler.
Baki selam…