Sosyal çözülmeyi durduracak veya toplumun açık yaralarını sararak toplum yapısının yeniden sağlıklı şekilde sürdürülmesini sağlayacak çözüm önerilerine devam edelim:
Kadim kültür ve geleneğin, insanlık hafızasında yer tutan ve binlerce yıldır uygulanarak gelen pratiğinin modern dönemlerde bir çırpıda kenara itilmesi sosyal çözülme sancılarını had safhaya çıkarmış oldu. O halde kadim kültürün ve yerel kültürlerin ortaya koyduğu değer ve usullerin bugünle uzlaştırılarak onlardan yararlanılması gerekmez mi?
Hiç şüphe yok ki, kadim veya daha sonraki eski kültürün tamamı muhteşem olamazdı. Ancak tamamen gözardı edebilecek değersiz bir birikim de değildi. Aynen yeni olan her şeyin mutlak şekilde iyi ve doğru olmadığı gibi… Bugünün sosyal yapısının açık yaraları, kadim, eski ve yeni arasında sıkışan insan ve toplumun kendine sancılar çekerek yeni yollar açmaya çalışmasının bir ürünüdür.
Dünyanın ekolojik dengesinin bozulması örneğindeki gibi sosyolojik dengeler ve yapılar da bizim ellerimizle bozuldu. Demografik ve sosyolojik yapılardaki hızlı değişim, ihmal edilen ve zarar gördüğünde geriye dönüşü oldukça güç olan “aile kurumu” ile yakın ilişiklidir. Ailenin bütün toplumda temel bir birim olarak yeniden ihyasıyla önemli bir başlangıç yapılabilir. Bunun içinde değerlerin yeniden canlandırılması ve güçlü bir devlet politikası desteğine ihtiyaç vardır.
Bu konuya bağlı olarak geciken evlilik yaşları bilerek veya zorunluluk dolayısıyla yüksek beklentiler ekonomik bahaneler veya ayağa düşmüş cinsellik evlilik kurumunu zora sokmakta bunun yanında aynı gerekçelerle boşanma sayılarını artırmaktadır.
Bir yandan benlik ve abartılmış bireycilik; bununla yakından ilişkili olarak gelişmemiş sorumluluk duyguları, aile yapılarının çözülmesine veya yeni evliliklerin kurulamamasına da yol açmış oluyor. Bu açıdan bir çöküş ve felaket dönemine koşulduğunun çocuklar da gençler de farkında olmayabilir, fakat yetişkinlerin, entelektüellerin, fikir adamlarının umursamaz seyirciliği ve teslimiyeti tam ibretlik…
Diğer yandan, ülke içi göç hareketlilikleri, toplumun sosyal bağlarını ve kendisini kontrol eden doğal mekanizmaları hızla ortadan kaldırıyor. Buna dış göç de eklendiğinde nüfusun kendi içi kontrol mekanizmalarını kuracak yerleşim ve ortamlar oluşturulmadığında gerek demografik gerekse sosyolojik sıkıntılar ortaya çıkabiliyor.
Ailenin içinde ve dışında akrabalık bağlarının değeri kadar; bilgi, tecrübe ve yaşın da değerli olduğu kadim anlayışın yerini, çoğu kez içi boş bir imaj ve suretler döneminin doldurduğu görülüyor. Bilgi, tecrübe, mesleki kıdem, yaş vb. gibi kadim geleneğin değer ölçüleri hızla değersizleşirken madde, para, şekil ve suret saygınlaştırılıyor.
Hâlbuki ekonomik açıdan gelişmiş olan ülkeler bilgi, tecrübe, mesleki kıdem gibi özellikleri ekonomide, devletin şekillenmesinde ve yürütülmesinde değerlendirmede oldukça başarılılar. Gelişmiş olanlar, diğer ülkelere kendi sinema sektörlerinin paraya tahvil ettikleri eğlence, hayal ve imaj dünyasını yani suretler dünyasını ihraç ederken kültürlerini de ihraç ederler. Az gelişmişler bu suret ve hayaller dünyasının sanal karakterlerini hayranlıkla izlerken eğlence sektörünün imaj bombardımanı altında kültürel erozyonlarını zevkle yaşarlar. Bu sırada, gelişmiş olanlar yatırımlarını doğru şekilde insan kaynaklarından başlayarak sırasıyla her sektöre yapmaya devam ediyorlardır.
Mesela Almanya, Hollanda ve Rusya gibi birçok kuzey yarımküre ülkesi demografik yapısını düzeltmek ve bozulan sosyolojik yapıyı onarmak için milyarlarca dolar harcamakta. Bizde ise henüz dibe vurulmadığı için durumun vahameti anlaşılamadığından, gündeme sosyal çözülme konusu bir türlü gelemiyor. İş işten geçtikten sonra yapacaklarımızın çok bir önemi kalmayabilir veya maliyetleri kaldıramayacağımız kadar ağır olur.
Ne ayarı tutturulamamış bencilleşen bir bireyciliğin ne de 1940 model bir kolektivizmin toplumun yaralarını saramayacağı, diğer devletlerdeki tecrübelerle sabit. Bu noktada, Doğu halkları için ve kültürel melezleşmeyi aynen onlar gibi yaşayan Türkiye için güçlü bireylerin oluşturduğu sağlıklı ve güçlü toplumların inşası, bu ve benzeri problemlerin çözümünde anahtar olabilir.
Diğer yandan, Türkiye gibi ülkelerde tamamen profan bir eğitimin, sosyolojik yapının yaralarını sarmada tek başına yetersiz kalacağını peşinen kabul etmek gerekir. Bunun yerine, kadim gelenekle barışık, ancak aklı dışlamayan bir model geliştirilmelidir.
Toplumun farklı kesitlerinin kadim ortak değerlerdeki ortaklığının zannedildiğinden çok olduğunun farkında olmak gerekir. Kendisini dindar, liberal, alevi, solcu veya milliyetçi olarak adlandıran kesitlerin ailenin devamı ve aile bireylerinin birbiriyle ilişkileri söz konusu olduğunda ise beklentilerinin birbirine ne kadar benzeştiğini görmek gerekir. Ailelerin devamı, çocukların maddi ve manevi açıdan sağlıklı bir ortamda yetişmesi gerektiği, aile bireyleri arasında saygı ve sevgi beklentisi gibi ortak beklentileri paylaştıklarını bilmek gerekir. Bir örnek olarak bütün bu kesimlerden ortak görüşler olarak boşanma sayısının artışından veya çocuk ve gençlerin değerlerindeki hızlı değişimden rahatsızlıklarını duyabilirsiniz.
Özetle, sosyal çözülmeyi durdurmak için, aile ve çocuktan başlayarak bütün toplumun yeniden rehabilite edilmesi, dünyadaki yaygın profanlaşma ile kadim ve yereli hiçe sayma hastalığından kurtulunmalıdır. Sosyolojik ve demografik istatistikleri doğru okumak ve toplumun değişim seyrini analiz ederek işe başlanılmalı; Devlet ve STK’ların desteği ile Medyanın gücü topluma değerleri hatırlatacak şekilde rasyonel bir tarzda sunulmalıdır…