16 Nisan yaklaşıyor… Sonrası için gerçekçi bir tablo çizelim:
Telakki mekanizması ucubeleşmiş imitasyon demokratlar, meydanlarda böğüre böğüre devlet reisine ana avrat düz gitmenin serbest olduğu bir memlekette, distopik senaryolar kurma arsızlığından vazgeçmeyecek…
Bebek katillerine meşruiyet yüklemek için bin dereden su getiren ahlak simsarı kafatasçılar, ahlak namusunu paçavralaştırıcı bir ikiyüzlülükle soyundukları kitle hipnozitörlüğünden taviz vermeyecek…
“Evet derseniz cehaletinizi tescilleyeceksiniz’’ diyen sarışın bir Cumhuriyet yazarıyla aynı psikolojiyi paylaşanlar, onlarca yıldır tiryakisi oldukları bu sefil psikolojiden tıynetleri gereği sıyrılamayacak…
“Hayır afişini kesenlere zarar vermeyin, afiş yerine onları asın!’’ cümlesini kuran zihniyet ve o zihniyetin güttüğü koyunlar, nasıl ki Cumhuriyet tarihinden beri -maalesef- bizimle aynı havayı soluyorsa, bundan sonra da aynı oksijen israfının baş müsrifi olacak…
Suretini gizleyip kırmızı pantolonla kahvehane basarak “Evet’’ diyecek olanları silahla tehdit eden çakma cephe milisleri… Mahalle tipi denize dökeriz’ciler… Hakk’a itaatsizlik var oldukça bunların neslinin tükenmeyeceği gibi, bu serserilere kahraman muamelesi çeken hain sürüsünün de soyu kurumayacak…
15 Temmuz gecesi, Yeşilköy Havaalanı’nda halkının yanında durmayıp, halkı doğrayan Pennsylvania tanklarının kendilerine yol açmasıyla güvenli bölgelerine ‘’kontrollü’’ kaçan siyasiler, utanmadan; vatan, millet, Sakarya edebiyatı yapmayı sürdürecek…
Batı beslemeli jurnaller susmayacak…
Yalan, iftira ve çeşitli telkin yöntemleriyle bilinçdışımıza tecavüz edilerek düşünce yapımızla oynanacak. Bunun neticesinde de kaos zamanlarındaki toplumsal reaksiyonlarımız manipülasyona uğrayacak…
Velhasıl, tüm bu sosyo-politik vakıalar, ölümsüz bir karabasan gibi peşimizi bırakmayacak…
Amacım felaket tellallığı değil; bilakis, girişilmesi zorunlu bir devrimin, hakikati haykırmak suretiyle kaba gerekçelerini belirtmek ve devrim sürecinin şahitlerine güçlü bir seziş şırıngalamaktır.
Adi motiflerle karalanmış bu resme karşı takınacağımız realist tavır, umulur ki bizi geleceğe dair daha basiretli kılacak.
***
Nasipse sandıktan fışkıracak olan “Evet’’ler, Türkiye’nin boğazına düğümlenmiş ukdeleri bir çırpıda bağırsak kanallarına yollayamayacak belki. Fakat soluk borumuzun genişlemesine ve dolayısıyla boşaltım sistemimizin hızlanmasına vesile olacak…
İlk etapta, bizi uçuruma iten figürlerin mevcut yönetim sistemi içinde palazlandığının idrakine varmak, milli basiretimize ayak bağı bu hantal sistemi bertaraf etmek durumundayız. Bu idrak ışığında da, daha verimli, daha atik ve daha pratik bir siyasal düzlem tasavvuruna destek vermemiz icap ediyor. Bizi bu boğuk teneffüse maruz bırakanların boğucu etkisini, en az can yakıcı seviyeye indirmek için önümüze konan reçeteye ‘‘Evet’’ demek mecburiyetindeyiz!
Ek olarak, meselenin, ‘’Evet’’ demek için başlı başına yeterli olacak teknik kısmının haricinde, intibah ehli olmayanların uyanamadığı (ya da uyanmak istemediği) bir de iç planı mevcut. Kabul edin yahut etmeyin, referandum, yaşadığımız post-modern istiklâl mücadelesinin şu anki en kritik demokrasi cephesidir. Ve ümit ediyoruz ki Türkiye, bu cephede, düşmana maziyi hatırlatıcı bir kudretle tarih yazacaktır…
AYRICA: Referanduma da yeni isimler taktılar. Kader oylaması, gelecek bilmemeyi vesaire gibi hadsiz kodlamalar… Kaderi biz oylayamayız beyler! Ancak Allah’ın bize bahşettği cüz’i iradeyi yine Allah’ın müsaade buyurduğu ölçütlerde yönlendirebiliriz. Kader ve Kaza, kirli ağızların sakızı değildir. Şu süreçte üzerimize düşen de; yerel veya küresel, kaderimizi çizmeye çalışan tüm Allahsızlara karşı, beşeri çapta hadlerini bildirmektir!Gerisi, gizli ve açık, geçmiş ve gelecek; her şeyi, ezeli ve ebedi ilmi ile en mükemmel bilen Allah’ın takdiri…