Ben onlara diriliş şairleri diyorum. Ölümden sonraya yürüyen adsız kahramanlar diyorum. Sessiz ve vakurlar. Yetiştirildikleri gelenek onlara mütevazı ve edepli olmayı öğretti. Şiirlerini okurken içinden ben geçerim, biz geçeriz. Sesleri sesimize eklenir, sesimiz çoğalır. Hepsinin az çok Sezai Karakoç yoldaşlığı ve bu yoldaşlıktan gelen himmet almışlığı vardır. Geleneksel şiiri reddetmezler. Ancak onların anlatacak çok şeyi olması, geleneksel şiirin kuralcı bağlayışlarına dayanamaz. Onlar coşkun bir ırmak gibi akarlar denizlerine, ırmağın kenarından geçmeyen yolcular tanımaz.

İşin benim açımdan sıkıntılı yanı yıllardır buradayız diye el kaldırırlar ama içinde bulunduğumuz camia o elleri hep üzer. Şiirle az çok ilgilenen ilgilenmeyen gençlerle sohbet ettiğimde bildikleri üç beş şair içinde onların adı yoktur. Nazım Hikmet derler, Attila İlhan, Can Yücel, Cemal Süreyya, bir de okulda okuttukları sistem şairlerini 23 Nisan, 19 Mayıs ve Atatürk şiirleri yazanları sayarlar. Aşk şiirleri (hatunlara) yazanlar var bir de, bana sorarlar tanır mısın diye.

Ben de yıllardır inadına her yerde onların şiirlerini okuyorum. Donkişotça ve yalnız kaldığım bir çaba bu. Şaban Abak, Sıtkı Caney, Necat Çavuş, Ali Aycil, İbrahimTenekeci, Mehmet Aycı, Celal Fedai, Arif Ay, daha adını anmayı unuttuğum bir sürü şairimizi gençlere tanıtmaya çalışıyorum. Külliyatımızda Sezai Karakoç, İsmet Özel, Necip Fazıl Kısakürek dışında da büyük şiirler var, biz biliyoruz diye bütün gençler biliyor sanıyoruz.

Burada kendimize bir eleştiri getirmek istiyorum. Üretilen her sanat eseri dünyanın anlamına bir katkıdır. Hele bu eserler bir medeniyetin ve öze dönüşün peşinden koşan insanların eserleriyse bu katkının kıymeti daha da önemli bir hale gelir. Bir şair şiirleri tüketildikçe çoğalır. Şiir kitapları satılmıyor. Şiir kitapları okunmuyor. Şiir gündem oluşturmuyor. Asla inkar edemeyeceğimiz birkaç üstadımızın dışında var olan ve var olacak kuşaklara sahip çıkma konusunda cidden vurdumduymaz olduğumuzu düşünüyorum.

Bu insanlardan kendi kendini tanıtma ve “piyar” oluşturma çabasını bekleyemeyiz. En azından bizim raconumuza ters düşer. Kendi şiirimizi insanımızla buluşturmak görevi ise bize düşer. Kendi sesimizi onların sesine eklemek zamanıdır. Zaman şiirin zamanıdır.

Huzuru kasıklarında arayan

                        oğlanlar geçiyor

Yollara dökülmüş marşlarıyla

Arkalarında bir şair belki İsmet Özel

Ellerinde “bozuk paralar ve

                        süt şişeleri”

Bir de devlet bakışlı adamlar

Adliye koridorlarında patlıyor aşk

Pimi çekilmiş bir karanfil gibi

Gölgesi büyük kendi küçük kadın

Dudaklarında cücelerin ezberleri

Sızıyorum bir sokak lambası

ışığı gibi

Pervazlarında şarkılar saklanan

pencerelerinizden

Saçılıyor fotoğraflar orta yere

Saçlarınıza ilk beyaz düşmeden

Azı dişinizden önce çektirdiğiniz

Yaşamak ağrıları

Saçılıyor günah sandığınız

bakışmalar

Tövbeleriniz ve şükürler