Hikaye, bir bakanın odasında geçiyor…

Bakan, kendisine bağlı önemli bir kurumda işler iyi gitmediği için tepe yöneticisini değiştirmek istiyor. Bakan, bürokratını çağırarak nazik bir üslupla bu değişimin bir ihtiyaç olduğunu söylüyor ve işini kolaylaştırmasını istiyor.

Bakan, birbirlerini üzmeden bu değişimi yapmanın uygun olacağını söylediğinde hiç beklemediği bir cevapla karşılaşıyor. “Benim bunu şeyhime sormam lazım!”

Duyduklarına inanamayan Bakan, “Anlayamadım, ne yapacaksınız?” diye sorunca, tekrar “Şeyhime bir sormam lazım” cevabını alıyor. Diyalog şöyle devam ediyor:

Bakan: “Niçin soracaksınız ki?” Bürokrat: “Ben bu göreve gelirken de ona sormuştum. Onun hayır duasını aldım.”

Bakan: “Çok doğru yapmışsın. İnsan yeni bir göreve atanırken, gelirken, yeni bir iş yaparken maddi-manevi büyüklerine sorabilir. Fikirlerini alabilir. Onların hayır duasını da alabilir. Fakat yanlış olan şu ki, bu gelirken yapılır, giderken yapılmaz. Giderken tasarruf buradadır. Burada bir devlet mekanizması işliyor. Sizin bulunduğunuz yerde değişiklik lazım ve bu değişikliğe karar veren bir mekanizma var. Bu kararı ben olgunlaştırıyorum ve benim de üstümde olan başbakana götürüyorum. O da onaylayınca bu kararı hayata geçiriyoruz. Şimdi senin şeyhin hayır derse ben ne yapacağım? Senin şeyhini görevden alacak halim yok. Onunla kavga da edemem!”

Bu konuşma, eski Bilim Sanayi ve Teknoloji Bakanı Nihat Ergün’ün anılarında geçiyor. Mahalle teşkilatında başladığı aktif siyaseti bakanlıkla sürdüren Ergün, bu uzun öyküyü hem bir anı tadında hem de tecrübe paylaşımı noktasında, “Adım Adım Siyaset” isimli kitabında anlatıyor.

Olayları serinkanlılıkla durup düşünmeye ve etraflıca incelemeye davet eden bu çalışma, 17-25 Aralık’a da farklı bir açıdan yaklaşıyor. Cumhuriyet dönemi boyunca tarikat ve cemaatlerin yok sayılması nedeniyle bir düzenlerinin ve tabi kontrol mekanizmalarının olmadığına dikkat çeken Ergün, bu nedenle bir cemaat veya tarikatın güçlendiğinde, kendisini devlet yerine koymaya çalıştığını aktarıyor. Bunu da tıpkı yüz yıldır Kürtleri inkâr politikasına benzeten Ergün, her iki konunun da hem çözüm süreci bağlamında hem de tarikat ve cemaatlerin kayıt altına alınması noktasında bir fırsata dönüştürülebileceğini söylüyor.

Tarikat ve cemaatler için amaç, idari ve finansal şeffaflık şartını getiriyor.

Şeffaflaşması önerisinde bulunduğu konu sadece tarikatlar ve cemaatlerle sınırlı değil. Oradan alarak konuyu, siyasetin finansmanı, profesyonel sporun finansmanı, hayır-hasenatın finansmanıyla devam ettiriyor.

Ergün’ün kitabındaki bölümlerin her biri uluslararası bilimsel bir kongreye sunulmuş bildiri gibi. Toplum bilimcilerin, psikiyatristlerin sustuğu bir dönemde, yeni bir kapı aralıyor…

Ergün’ün yazdıklarına bir holigan gibi yaklaşacak olanlar O’nu ‘Brutus’ de ilan edebilir ‘Doğrucu Davut’ da. Ancak bilim adamı titizliğinde ve iyi bir devlet adamının dingin bakış açısıyla kaleme alınan bu kitap siyaset, ekonomi ve toplumsal barışa önemli katkılar sağlayacak.