Ömrümüz ve âhirimiz kandil nurlarıyla parlasın, bir Mevlid Kandili’ni daha geride bıraktık. Böyle muazzez günlerde azan kasıntı bir yobaz güruhu var biliyorsunuz:
Önlerine geleni şirkle, bid’atle suçlayan Vehhabî zıpçıktılar...
Kendilerine kabaca Selefî diyorlar tabiî ama Selef-i Sâlihîn büyüklerimizin temiz itikadıyla zerre alakaları yok. İlmihalini bilmeyen pek çok kişi de bunların doğru yolda olduğunu zannediyor…
Bizim kandil kutlamamız dahi kâfirlik alameti onlar için.
Şanlı Peygamberimizin (aleyhissalâtü vesselâm) övülmesine bile tahammülü olmayan talihsizlerin; Fahr-i Kâinat Efendimiz’in (sav) dünyayı teşriflerine sevinen, şükreden Müslümanlara kin gütmesi de şaşılacak şey değil gerçi…
Peki, kim bunlar?
Necdli M. bin Abdilvehhab’ın bozuk fikirlerini hakikat yerine koyan akıl hastası tipler… Hani şu; Londra’daki Sömürgeler Bakanlığı’nın (Colonial Office) görevlendirdiği İngiliz ajanı Hempher’ın, yaklaşık üç yüz yıl önce Basra’da tavlayıp yirmi beş sene boyunca kanına girdiği adam… Sahabe kabirlerini, türbeleri yıkan, hâneleri yağmalayan şarlatan…
Necdli satılmış; İbn Teymiyye ve onun sadık talebesi İbn Kayyım el-Cevziyye’nin zehrine gark olmasa, belki de üç beş İngiliz parasına, birkaç yük silaha dinini ve milletini satmazdı. Ama o zehir, çeşitli dinamiklerle ihanete itti onu. O ekolün topraklarımızdaki post-modern biatçıları da aynı zehrin irininde boğulup gidiyor…
Bu zehirden kurtulmak; dinî bir ihtiyaç olduğu kadar, tarih şuurumuz ve zımnen siyasî şahsiyetimiz açısından da önemlidir. Zira dinî anlayış üzerindeki İngiliz/Yahudi manipülasyonun tarihimizdeki yerini doğru tespit edebilmek bize yeni ufuklar açacaktır.
İşin bu boyutunu sonra deşelim…
Günümüzün ifsad kadrosu da aynen Necdli satılmışı örnek alıyor.
Hanbeli mezhebinde bir âlim iken mezhepsizliğe kayan, Cenâb-ı Hakk’a -haşa- mekân ve cisim isnad eden İbn Teymiyye’nin ehl-i sünnet dışı düşüncelerine özeniyorlar. Sakim akıllarına güvenip, Resûlullah efendimizin (aleyhissalâtü vesselâm) aziz sünnetini hor görüyorlar. Ne türbe ne şefaat ne keramet tanıyorlar. Ashâb-ı Kiram efendilerimize galiz hakaretler ediyorlar. Kendilerini, asırlardır ümmete ve tüm insanlığa hizmet etmiş ulema ile denk tutuyorlar. Hatta üstün görüyorlar. 1400 küsur yıllık kusursuz nakil geleneğinde devamlı hata arıyorlar. Küfrü mûcib bahislerden bîhaber; fesad fikirlerine düşman olan kim varsa kâfirlik atfediyorlar. Ne tasavvuf biliyorlar ne şeriat. Ama noksan akıllarının almadığı, mühürlü kalplerinin ısınamadığı tasavvufu yok sayıyorlar. Üstelik şeriat hükümlerini keyiflerince yontup biçiyorlar. Biraz Arapça bileni, İslâm harfleriyle nüzûl olan ve mahlûk olmayan Kelâm-ı Kadîm’i anlayıp, ilmihalsiz amel edebileceğini zannediyor. Hatta 150 kelimelik ‘’papağan Türkçesi’’ne hapsolmuş bazısı; habis ruhlu üçkâğıtçıların yazmaya cüret ettiği Kur’an meâllerini(!) ve sözde tefsirleri okuyup, başımıza âlim kesiliyor. Çapı kendi akılları kadar kısıtlanmış modern bir fıkıh uyduruyorlar…
Misaller sürüp gider.
Şimdilik şöyle bitirelim:
En nihayetinde bu nasipsizler; Müslümanları tâğutçu olmakla, şirkle itham edip, güya Müslümanca bir tavırla kendi zihnine tapınıyor…
“İlahiyat’’ fakültelerine, vaaz kürsülerine ve dahi politika danışmanlıklarına sirayet etmiş bu putperestlikten; tarih boyu Müslüman Türk devletlerine ihanet pompalayan bu gafletten nasıl sıyrılacağız?
Devletin Diyanet ansiklopedisinde İbn Teymiyye’nin müctehid, talebesi İbn Kayyım’ın da Hanbeli âlimi olarak tanıtıldığı bir Türkiye’de bu iş çok zor…