Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın hayatından esinlenilerek hazırlanan “Reis” filminin fragmanı geçen hafta yayınlandı, görmüşsünüzdür.
Genel olarak Türkiye’de fragman yapma konusunda haddinden fazla amatörüz. Maalesef, “Reis”in fragmanında da bu böyleydi.
Fragman denince, biz izleyiciler, ilgili filmin hikayesi hakkında az çok fikir edinmeyi bekleriz. Filmdeki ana karakteri, onun nasıl bir maceraya atılacağını öğrenmek isteriz.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı tanımayan (yahut tanısa da simasını bilmeyen) birisi, fragmanından yola çıkıp “Reis”in nasıl bir hikaye sunduğunu hiç mi hiç anlayamaz. Sözgelimi, fragmanda ana karakter olduğu anlaşılan biri, üç defa “ölümden korkmadığını” söylüyor, ama niye söylüyor, hangi bağlamda böyle bir meydan okumaya giriyor; belli değil. Evet, biz biliyoruz; biliyoruz da, izlediğimiz şeyin bir filmle alakalı olduğunu da görmek istiyoruz.
Şu da var: Projenin basın sunumu yapıldığında, “Reis”in, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın siyasi mücadelesiyle birlikte ama ondan daha çok çocukluğu, gençliği, aile hayatı… gibi unsurların öne alındığı bir yapım olacağı söylenmişti. Fragmanda gördüğümüz kadarıyla, “Reis”in korakor siyasi mücadelesi var, ama şahsi hayatı yok denecek kadar az (Ya da, reklam politikası sonucu tam tersi şekilde aksettirilmiş, bilmiyorum.)
Sebep her ne olursa olsun, şahsen (ve muhtemelen benimle birlikte milyonlar da) “Reis”in şahsi hayatını perdede görmeyi çok arzu ederim. Torunlarıyla ilişkilerini mesela… Merhum annesiyle bağını, en çok neye güldüğünü, futbol tutkusunu, yüreğimizi dağlayan gözyaşlarını… görmeyi isterim “Reis”in. Nitekim öbürü, yani “Reis”in siyasi mücadelesi zaten ta Refah Partisi İstanbul İl Başkanlığından beri gözlerimizin önünde cereyan etti, her şeyi biliyoruz. Elbette ki siyasi mücadelesi de film olsun, milyonlara, milyarlara ilham edecek o büyük destan da çekilsin; ancak önceliğimiz, görmek isteyip de göremediklerimiz, “Reis”i böylesi bir kahraman yapan, onu bu yolda yükselten siyaset dışı şahsi vasıfları olmalı sanki… Düşünün, 15 Temmuz’da hepimiz “Reis”in bir sözüyle kendimizi sokaklara attık, ama süreç boyunca gördüğümüz en çarpıcı fotoğraflardan biri, Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’nde onun yaşlıca bir teyze ile el ele diz dize oturduğu görüntü değil miydi?
“Reis” filmiyle ilgili olarak bir de maalesef makyajdan bahsetmeliyiz. Benimle birlikte, fragmanı gören hemen herkesin filmle ilgili en çok eleştiride bulunduğu yer Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı oynayan oyuncunun görüntüsüydü. Anlaşılan, çekimler tamamlandı, ama belki post-prodüksiyon safhasında bir şeyler yapılabilir umudundayız.
***
Şimdilerde ben dahil herkes 15 Temmuz direnişinin ve destanının filmleri yapılsın istiyor. Cenab-ı Allah nasip etsin de, her bir şehidimize en az bir film yapalım; ne güzel olur.
Ama “en önce yapalım”, “bir an evvel yapalım” deyip de işin mühendisliğinden ve mimarisinden taviz vereceksek hiç yapmayalım, daha iyi.
Şehitlerimiz iyi insanlardı, doğru, güzel, nasipli insanlardı. Bize düşen, onların anısını “iyi”ce, “doğru”ca, “güzel”ce selamlamaktır.
“İyi”, “doğru” ve “güzel” bir film için 6 ay yetmez belki, belki 3 sene çalışmak gerekir. Hiç önemli değil, yeter ki “iyi” filmler çıksın ortaya, “doğru” ve “güzel”i izleyelim/izletelim beyazperdede; 15 Temmuz’da olduğu gibi…
Endişeliyim, çünkü “Reis” filmiyle ilgili olarak söylemeye çalıştığım şeyler, daha önce 7 Şubat krizini, 17-25 Aralık’ı… vs, anlatmak isteyen filmlerde de karşımıza çıktı.
Ben bir izleyiciyim, az çok sinemayla da ilgiliyim. Sırf “bir an evvel yapalım”, “hemencecik bitirelim” kaygısıyla “kötü”, “yanlış”, “çirkin” tasarlanmış filmler izlemek/izletmektense hiç izlememeyi/izletmemeyi tercih ederim. Cumhurbaşkanı Erdoğan’a olan hürmetim ve muhabbetim de, şehitlerimize olan hürmetim ve muhabbetim de bunu gerektirir çünkü.
******
******
Şimdi de “Gavurca-Türkçe Sözlük” okumanın tam zamanı
Ağabeyim Ertuğrul Fındık, Diriliş Postası’nda başlamıştı “Gavurca-Türkçe Sözlük”e, Müstakil Gazete’de devam etti.
Benim kafamda bir türlü derleyip toparlayamadığım şeyleri, üstelik dinamik bir sözlük disiplini içinde, tabiri caizse takır takır yazmıştı Ertuğrul Ağabey.
“Birey” kavramı mesela… Ya da “profesyonel”, “dünya vatandaşlığı”, “dinler”… Hep üçüncü bir gözü, dışarıdan, en dışarıdan, savaşın da dışından bakmamızı isteyen bir bakışı çağrıştıran bu ve benzeri kavramları tane tane anlatmıştı.
Savaşın tam ortasında olduğumuzu, kalp gözünden gayrısına ihtiyaç duymadığımızı hatırlatmıştı.
Bu notlar biraraya getirildi ve aynı adla bir kitap çıktı ortaya.
Kadim savaşımızın en sert cephelerinden birine atıldığımız şu günlerde başucu eserimiz oldu “Gavurca-Türkçe Sözlük”.
Cenab-ı Allah rahmetini, bereketini yağdırsın.
(Not: Ertuğrul Ağabey, benden duymuş ol, bazı okurlarımız “Gavurca-Türkçe Sözlük 2” yahut hiç değilse, “genişletilmiş 2. baskı” beklentisi içindeler.)
******
******
Ayşe Beyza Çiçek ve bütün meselem
“Gavurca-Türkçe Sözlük” gibi, Diriliş Postası’nda başlayıp Müstakil Gazete’de devam eden heyecan verici bir macera daha: “Meselenin ABÇ’si”
Sevgili kardeşim Ayşe Beyza ile tanışmamız Sancaktar dergisi günlerinde oldu. O güne dek gördüğüm en iddialı eleştirmen olarak kah yazılarımızı yerden yere vuruyor, kah o hafta beğenmediği mizanpajımız yüzünden bir süre dergimizi almayacağını söylüyordu. Çok iyiydi.
Derginin editörü olarak ben de, haliyle, bu çok ciddi okurumuzun/eleştirmenimizin görüşlerini kelimesi kelimesine not ediyordum.
Derken Diriliş Postası serüvenimiz başladı ve Ayşe Beyza hem eleştirmen olarak ve hem de yazarımız olarak aramıza katıldı.
Onun yazılarını okurken, ilk yazdığım yazıları gözümün önüne getirip mahcup oldum hep. Nasıl bir dinamizm, nasıl bir samimiyet, nasıl bir sadelik…
Ben “maaşallah” dedikçe vitesi daha da yükseltti Ayşe Beyza. En şahane cümleleri kurdu, en dikkat çekici başlıkları attı, o asil ve zarif his dünyasını en güzel kelimeleri kullanarak bizimle paylaştı. Maaşallah.
Şimdi o tüm başlıklarını, tüm cümlelerini, tüm terkiplerini imrenerek okuduğum yazılar, “Meselenin ABÇ’si” adıyla bir kitap halinde kayda geçti.
Maaşallah. Maaşallah.
Cenab-ı Allah iki cihanda aziz eylesin.